Lezzet Mekanları Önerilerim

Bugün Cuma.

Biraz haftanın yorgunluğunu atmak biraz da, “hafta sonunda nereye gidebilirim?” sorularına katkıda bulunmak amacıyla, benim gitmekten zevk aldığım restaurantları sıralıyorum.

Bazıları “zincir” biliyorum ama ben aşağıdaki semtlerde yer alanlarda yemek yemeyi (lezzet ve servis nedenleriyle) daha çok seviyorum.

Bakın, seçin, istediklerinizi deneyin. İsterseniz daha sonra sizin bu mekanlarla ilgili görüşlerinizi de yorumlarda okuyalım.

Eğer sizlerin de güzel restaurant önerileriniz varsa yorumlar bölümünde yazın paylaşalım.

İyi bir hafta sonu diliyorum…

Geleneksel Türk Mutfağı

Hünkar Restaurant / Nişantaşı – Saray Köfte
Özkonak Lokantası / Cihangir – Süt Tatlıları
Kanaat  Lokantası / Üsküdar – Saç Kavurma
Çiya / Kadıköy – Güveç
Nalia Karadeniz Mutfağı / Bostancı- Şef’in tabağı

 

İtalyan Mutfağı

Mia Mensa  / Suadiye – Domatesli Ekmek ve Yeni Zellanda Midyesi
Trattoria Da Rosario / Koşuyolu- Herşey
Ristorante İl Padrino / Caddebostan – Herşey

 

Diğer Lezzetler

Kitchenette / Kanyon – Balık Ekmek
Hai Sushi / Kalamış – Sebze Teriyaki
Big Chefs / Ataşehir – Ortam-Servis

 

Kebap

Adana Şenol Kolcuoğlu / Maltepe- Hazır Menü (akşam yemeği için 15.00 de gidin, yoksa fazla yemekten  uyuyamazsınız)
İmam Çağdaş / Gaziantep- Havuç Dilim Baklava
Ciğer 52 / Emek Ankara – “Mahalle” isteyin, anlarlar.

 

Döner

Çardak Büfe / Etiler -Döner “Kaç Gram istediğinizi belirtin”
Hosta / Ankara ya da Optimum AVM
Dönerci Ali Usta / Bostancı

 

Atıştırmalık

Köfteci Recep Usta / Çengelköy
Shorba Restaurant Cafe / Ataşehir
Yakamoz Kokoreç / Beylerbeyi  (Sahile inerken 1. değil, 2. Kokoreççi)

 

Börekçi

Boşnak Börekçisi / Ataşehir- Kıymalı Börek
Çengelköy Börekçisi / Çengelköy

 

Kahvaltı

Çınaraltı / Kuzguncuk- Daha Güzel Menemen Bilmiyorum
Cafe Nar / Rumeli Hisarı
Asmaaltı Kahvaltı Balık / Garipçe Köyü-Sarıyer

 

 

Azami İyi Niyet

1990 -1991 döneminde, Chartered Insurance Instıtute (CII) eğitmenleri tarafından verilen sigortacılık eğitiminin ilk dersinde konu: “Sigortacılığın 6 Prensibi” idi.

Bunlar:
1- Azami İyi Niyet
2- Sigortalanabilir bir değer
3- Yakın Sebep
4- Prim
5- Tazminat
6- Halefiyet. (Alacaklıya olan borcun ödenmesi ile alacaklı yerine geçilmesi)

Aslında, bu altı prensibi bir araya getirince “sigortacılık” da rahat bir şekilde tanımlanabiliyor.

Sektörde çalıştığım süre içerisinde bu ilkelerden somutlaştırılması en zor olan “Azami İyi Niyet” prensibine uygun ve ters olan örneklerle sıklıkla karşılaştım.

Bunlardan birkaç tanesine değinmek isterim:

– 1999 yılı Temmuz ayında, bugünün büyük Aluminyum üreticilerinden bir tanesiyle, ticari yangın poliçelerinin yenilemelerini konuşuyorduk. Fabrika sahibi, “10 yıldır bu poliçeleri yaptırıyorum, primin büyük kısmını deprem primi  oluşturuyor.. Bu sene yenilememde deprem teminatı olmasın” diyordu.

Bu tartışma günlerce sürdü. Sanıyorum 10 Ağustos 1999 da son defa telefon ile konuşuldu ve verilen teklife istinaden “Tamam deprem de olsun” dedi. Henüz poliçe operasyonlarının devam ettiği, fiziki poliçenin oluşturulmadığı dönemde, 17 Ağustos Depremi gerçekleşti. Fabrika büyük hasar gördü. Fiziken poliçesi olmayan ancak teklifi kabul eden firmaya  deprem tazminatı ödendi.

Firma bugünün en büyüklerinden. Ve ne yaparsanız yapın sigorta şirketinden vaz geçmiyor.

– 2006-2007 dönemine ilişkin  reasürans tretelerinin yenilemelerinde, 31.12.2006 tarihinde “küçük bir plasman açığına” ilişkin çok sıkıştığımız bir zamanda; o zamanki Milli Reasürans Genel Müdürü’nün telefon ile “Plasmanlarınız tamamlanıncaya kadar bu hisse Şirketimiz koruması altındadır.” söylemini, aynı gün plasman tamamlandığı halde, başka bir ilke ile izah edemem. O kadar önemli bir destekti ki…

– Bir de tersi örneğim var. Co-assürans yapılan bir işimizde oluşan ve çok ta önemli olmayan büyüklükteki bir hasara dair, ilgili co-assürör şirketin, “Bize henüz prim ödenmedi. Bu hasara katılmayacağız.” dediği anı hiç unutmam. Hasarı olan firma çok büyük bir grup idi. Yenileme poliçelerine ilişkin henüz bize de prim ödemesini yapmamıştı. Neyseki hasar önemli rakam değil di. Peki ya olsaydı?

İyi örnekler kadar kötü örnekler de  var. Sigortacılıkta Azami İyi Niyet birinci prensip olsa da, hukuki açıdan sağlam durmak ve süreçleri sağlıklı çalıştırmak lazım. Ki, iş birilerinin “iyi niyet” kararına kalmasın…

Benim Hakkımda Ne Düşünüyorsun?

Günlük iş yaşantımız içerisinde, başkalarının belirlediği kişilerle aynı ortamda beraber çalışmak zorundayız.

İnsanlar çalışma arkadaşlarının kimi ile çalışmaktan sıkıntı, kimi ile çalışmaktan mutluluk duyuyorlar.

Sıkıntı duyulmasının önemli nedenlerinden birisi de, birbirleri ile eksik iletişim içerisinde olmalarıdır.

Kişilerin birbirleri hakkındaki görüşlerini yüz yüze dile getirebilecekleri ortamlar yaratılması gerekiyor. Eğer yapılmazsa da, iletişim durmuyor ve yeraltına inip, “Dedikodu” halinde devam ediyor.

İletişim aracı olarak fazla dedikodu; çalışanlar arasında güvensizliği, iletişim kopukluğunu beraberinde getirirken,  şirket çıktılarını da olumsuz etkilemeye başlıyor.

Şöyle bir yöntem uygulamanızı öneririm. Biz uyguluyoruz ve işe yarıyor.

3 ayda bir birlikte çalıştığımız arkadaşlarla bir toplantı masası etrafında oturuyoruz ve herkes bir diğeri ile ilgili “Bir iyi, bir kötü” yorumda bulunuyor.

Özellikle, toplantının başında söz alanlar için bir başkası hakkında  iyi/ kötü yorum yapabilmek çok zor.

Başlangıçta biraz suni yorumlar yapılabiliyor. Ancak, toplantı derinleştikçe  insanlar fikirlerini daha rahat dile getiriyorlar ve çalışma arkadaşları ile ilgili gerçekten ne düşünüyorlarsa, söylemeye başlıyorlar.

Bazen acımasız. Bazen fazla diplomatik.

Konuşmalar “incitici hale gelmeyecek hassasiyette yönetilirse”, toplantı sona erdiğinde, “Dedikodu mekanizmasına” eskisi kadar gerek kalmıyor.

Toplantı ardından tüm katılımcılar çalışma arkadaşı için söylemek istediğini söylemiş olarak ve kendisi ile ilgili nasıl bir algı olduğunu duymuş olarak yeniden iş başı yapıyor.

Biz, bu toplantıların çok olumlu sonuçlarını gördük. En önemlisi toplantılardan sonra ilişkilerin daha açık hale gelip, kuvvetlenmesi.

“Benim hakkımda ne düşünüyorsun? Bir iyi, bir kötü şey…”

Operasyonel Verimliliğe Nasıl Ulaşılır?

Son dönemde hemen herkes operasyonel verimlilikten bahsediyor. Peki nasıl sağlanır?

Operasyonel verimlilik için,  yönetimlerin ilk yapması gereken işlerden birisi, en kısa sürede bir Süreç Yönetim Departmanı oluşturmaktır.

Süreç Yönetimi Departmanı:

-Tüm iş süreçlerinin tespit edilmesi,

-Tanımlanması,

-Belgelenmesi,

 -Sahiplendirilmesi,

-Düzenli olarak süreç performans ölçümlenmesi,

-Değerlendirilmesi

-Gerektiğinde küçük iyileştirmelerin ya da radikal değişikliklerin yapılması,

çalışmalarını gerçekleştirir.

Sağlıklı çalışan bir Süreç Yönetim Ekibinin olmaması durumunda, kurum içi süreçler “durumun gerekliliğine göre” ve “kurum içi güç dengelerinin izin verdiği” ölçüde yapılacaktır ki, işte bu operasyonel verimlilikten uzaklaşıldığı noktadır.

Böyle bir yapılanmada sağlıklı iş akış süreçleri oluşturulamayacağı gibi, var olan süreçlerin de verimli çalışılıp/çalışmadığı ölçülemeyecek ve de yönetilemeyecektir.

Üstelik bir şirkette yönetim olarak siz “Dur” demedikçe,  her departman “yapacak bir iş bulacak” ve her zaman “çok yoğun çalışıyor” olacaktır.

Süreç Yönetiminin etkin gerçekleşmesi ile;

-Optimum çalışan sayısı ile maksimum verim elde edilmesi

-Daha karlı ürünlerin satılması,

-Ürün gamında yer alan bazı ürünlerin, operasyonel maliyetleri nedeniyle ürün listesinden çıkartılması,

-IT projelerinin önceliklendirilmesi,

-Bazı departmanların kapatılması, birleştirilmesi veya kurulması,

gibi,

pek çok karar  daha  sağlıklı şekilde alınabilir.

Bir sonraki aşama ise “6 Sigma” ve “Lean Sigma” Projeleri ile süreç mükemmelliğine ulaşılmasıdır.

Gelir Yönetimi/Gider Yönetimi

Özellikle yönetim değişikliklerinde, yeni yönetimlerin ilk icraatları, çabuk sonuç alınabildiği için, giderleri kısmaya dönük tedbirler almaktır.

Sigorta şirketlerinin, en önemli giderleri: a) reasürans  b) genel giderleridir. (Özellikle personel giderleri)

a) Reasürans giderlerinde, reasürans anlaşmalarının kapsamında şirket aleyhine daralmaya  yol açılmadan, yapılabilecek kısıntı şirket yönetimleri için bir başarıdır.

Bilmiyorum, reasürans şirketlerinin bir stratejisi midir? Ama genellikle göreve gelindikten sonra ilk yapılan anlaşmada, reasürörler bu yönde gelen taleplere daha olumlu yanıt veriyorlar. Belki de uzun vadeli işbirliğini garantilemek ve yeni yönetimleri desteklemek amacıyla bu şekilde davranıyorlar.

b) Şirket genel giderlerinde de, işletme körlüğü nedeniyle kontrolden çıkmış bir takım giderleri disiplin altına almak amacıyla, yapılacak gider düzenlemeleri önemlidir.

Bununla birlikte çok fazla gider kontrolü veya kısıntısı yapmak, şirketin günlük çalışma ritmini olumsuz etkiler. Personel giderlerinde yapılacak kısıntılar, nitelikli personelin dışarı çıkmasını ve yeni “nitelikli personel” alımını zorlaştırıcı etki yapar.

Oysa Şirketleri başarılı kılacak en önemli dinamo, nitelikli ve motive olmuş personeldir.

Strateji, asıl olarak ve hızla Gelir Yönetimine döndürülmelidir.

Gelir yönetimi de, yeni ve karlı işler üretimi ile sağlanır. Verimli dağıtım kanalları tesis edilerek gerçekleştirilir.

Şirket, gelirlerini artırdıkça ve aynı hızla artmasına izin verilmeyecek giderler ile mali tablolar içerisinde giderler oransal olarak düşecek, bu düşüşten özellikle “nitelikli personel” olumsuz etkilenmemiş olacak, aksine daha motive çalışacak, daha fazla gelir artırımına katkıda bulunacaktır.

Kayserililere ithaf edilmiş bir söz vardır.  “Malı alırken kar etmek lazım, satarken değil”.

Benim görüşüm ise; sigortacılık sektöründe bu uygulamayı daha çok reasürans tretelerinde kullanmak gerektiğidir.

Bunun yerine hızla gelirleri artırmak, bu süreç içerisinde de personel giderlerinde nitelik ve motivasyon artırıcı harcamalardan kısıntıya gitmemek lazımdır.

Gider yönetimine çok fazla ve uzun süre odaklanan yönetimler, zamanla kendi küçük dünyalarında, vizyonsuz kalırlar.

Kelimelerini Değiştir Hayatın Değişsin

 

Benzer bir konuda farklı bir dil kullanarak sizden daha olumlu sonuçlar alan insanlara imrendiğiniz oluyor mu?

Benim zaman zaman olur.

Kendi kendime; “Ben daha farklı bir söylem kullanırdım”, ama “sonuç bu denli  olumlu olmazdı” diye düşündüğüm olur.

Bir dostum kısa bir film paylaştı. Ne demek istediğimi, benim kelimelerle anlatabileceğimden daha iyi özetliyor.

kısa_film

Kredi Kullanırken Ferdi Kaza mı?/Hayat mı?

Kredi kuruluşlarının, kredi kullandırırlarken en büyük riskleri kredi verdikleri müşterinin  kredi geri ödeme süresi içerisinde ölmeleri veya maluliyet hali ile karşılaşmaları ve krediyi geri ödeme yeteneklerinin tamamen veya kısmen yok olmasıdır.

Kredi lehtarının kazaen veya ecelen ölmesi ve/veya daimi veya geçici maluliyet nedenleri  ile kredi borcunu ödeyememesi riskine karşılık, kredi kuruluşları kredi lehtarının sigorta yaptırmasını talep edebilirler.

Aslında, bu sigortadan beklenen kredi kuruluşlarının riskinin korunması olmakla birlikte, böyle bir poliçenin yaptırılması aynı zamanda kredi lehtarının da menfaatlerini korur.

Şöyle ki: Müşterinin başına bir şey gelmesi durumunda; kredi borcu teminat kapsamında Sigorta Şirketince ödeneceğinden,  borç konusu sorun olmaktan çıkmaktadır.

Ayrıca, sigortanın türüne ve teminat içeriğine göre sınırlı olmakla birlikte, ölüm durumunda ödenecek tazminat, Poliçede Dain Mürtehin Kredi Kullandıran Şirket ise önce kredi borcu kapatılır sonra ve  bu tutar kredi borcundan fazla ise, artan kısım  kanuni mirasçılara ödenir.

Bu nedenle krediyi koruyan sigortaların yaptırılması önemlidir.

Krediyi koruyan ürünün Ferdi kaza mı? Yoksa Hayat poliçesi mi? Olduğu, hem teminat kapsamı hem de poliçelerin primleri açısından farklılıklar gösterir.

Anlaşılır bir dille özetlemek istersek;

Hayat poliçelerinin teminatları daha geniş kapsamlı olup, “münhasıran Ferdi Kaza teminatını da” içerir.

Buna karşılık, hayat poliçelerinin fiyatları da (kredi lehdarının yaşı, cinsiyeti gibi aktüeryal hesaplamalarda kullanılan demografik unsurlara göre değişkenlik gösterir), daha yüksektir.

Hangi Haller Hayat Sigortası Konusuna Girer?

“Bir kimsenin belirli bir süre içinde veya sözleşmede belirtilen şart ve haller içinde ölümü (bu yazı kapsamı dışında ancak; o kimsenin sözleşmede belirtilen belli bir süreden fazla yaşaması ihtimalini ya da her iki ihtimali beraber) sigorta edebilir. Her iki halde de ölüm gerçekleşirse sigortalının ölüm tarihindeki riyazi ihtiyatı ödenir. Bu genel şartlara göre riyazi ihtiyat ödenmesi gereken hallerde varsa kar payı da ödenir.”

Hangi Haller Kaza Sayılır:

“Kaza tabirinden maksat ani ve harici bir hadisenin tesiri ile sigortalının iradesi dışında ölmesi veya cismani bir arızaya maruz kalmasıdır. Ayrıca, aşağıdaki haller de kaza sayılırlar.

a) Birdenbire ve beklenilmeyen bir şekilde intişar eden gazların teneffüsünden.

b) Yanıklardan ve ani bir hareket neticesinde adale ve sinirlerin incinmesi, burkulması ve kopmasından.

c) Yılan veya haşerat sokması neticesinde husule gelen zehirlenmeler.

d) Isırılma neticesinde meydana gelen kuduzdan mütevellit vefat hali veya cismani arızalar.”

Aleyhe Davalarda Uzlaşma

Çeşitli nedenlerle, sigorta şirketlerine açılan davaların sonuçlanmaları, hele bir de konusu ve tarafları çetrefilli ise, uzun sürmektedir.

Davalık dosyalar Şirket mali tablolarına şu şekillerde yansımaktadır:

-Aleyhe açılan dava tutarları uzun yıllar “muallak hasarları” şişirmektedir.

-Her yıl kanuni faiz tutarları dava muallaklarına eklenmektedir.

-Eğer reasürörlerin de ilgili hasarda hisseleri var ise, yenilenen  reasürans anlaşmalarında reasürör lehine, şirketin aleyhine şartların değişmesi yoluyla  da, izleyen yıllar şirket maliyetleri  artmaktadır.

-Şirket içerisinde pek çok departmanın  iş gücü uzun yıllar bu tarz davalara harcanmaktadır.

Zaman zaman şirket yöneticilerince aleyhe açılan davaların taranarak, gelişmelerin seyrine göre; aleyhe gelişenler ile, sonucu çok ortada gelişenler için müşteri ve/veya vekilleriyle görüşülüp, ortak bir noktada, dava konusu hasarın uzlaşı yoluyla çözümlenmesi, karı etkileyebileceği gibi, yukarıdaki doğrudan ve dolaylı olumsuzlukları da giderecektir.

Growth Expectation in Turkish Insurance Market for Next 10 Years

Teşhis Yanlış, Kimse Kimseyi Suçlamasın.

Yıllardır Sigorta Sektöründe “rekabet nedeniyle fiyatların düştüğünü ve sigorta şirketlerinin kar edemedikleri” söylemini dinleriz.

Oysa daha önce bazı yazılarımda da dile getirdiğim üzere kar edilememesinin nedeni  rekabet  değildir.

Bence karsızlığın nedeni: Daha kolay olduğu için ağırlıklı olarak, “Ticari ve Kurumsal müşteriler portföyüne hizmet verilmesinin bir sonucudur.” Sınırlı sayıda müşterinin yer aldığı bu pazardan pay kapma yarışıdır.

Oysa Bireysel ve KOBİ ler den oluşan devasa bir Pazar yeterince işlenmemiş olarak kenarda bekler. Kasko sahibi müşterilerin, araç sahiplerine oranının %30 lar da olması bunun en büyük kanıtıdır. Ya da konut sigortasının penetrasyon oranının %12 ler de kalması.


Peki bu süreçte aracılar (Acenteler, Brokerlar, Bankalar vb.) ne yapıyor? Sürecin neresinde?  Hiç olmazsa onlar kar ediyorlar mı?

Göründüğü kadarı ile büyük kısmı için cevabım” hayır.”

Çünkü, şirketlerin ticari ve kurumsal müşterilere dönük fiyatlama politikasında, yasal nedenlerle geldikleri son fiyat noktasında; aracı firmalarda komisyonlarından feragat ederek işin başka aracılara gitmesini engellemeye çalışırken, zaman içerisinde gelirleri, giderlerini karşılamaz hale geliyor.

İstisnaları var mı? Evet.

Müşteri ile bağlılığı, fiyat dışı ve daha kuvvetli bağlarla devam eden aracılar ŞİMDİLİK bu etkinin dışında.

Bireysel ve KOBİ müşterilerine dönük satış gerçekleştiren aracılar da, eğer belirli bir ölçeğe ulaştılarsa bu olumsuz gelişmelerin dışında.

Kısaca mevcut portföy yapısı devam ettikçe Önce şirketler, sonra aracılar zarar ediyorlar. Karsızlık nedeniyle yeterince gelişemeyen sigorta hizmetleri nedeniyle de bundan aslında nihai hizmet verilen müşteriler de zarar görüyorlar.

Benim düşüncem; sıkıntının gerçek kaynağı teşhis edilmedikçe, bu karsızlık probleminde taraflar diğer sektör oyuncularını suçlu göstermeye devam edecekler.