Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu (TUR) (Konuk Yazar: Aydın Güney)

Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu, özellikle son 3-4 yılda adından epeyce bahsettiren bir organizasyon. Bisiklet turu denince yanlış anlaşılmasın, bu turistik bir tur değil. Dünyanın en ünlü takım ve sporcularının katıldığı bir yarışma. Kısa adı TUR olan bu spor organizasyonunu önemli ve başarılı kılan noktalara kısaca değinmek istiyorum.

Bu yıl 47 incisi yapılan TUR, Türkiye’nin en eski ve en büyük, yıllık olarak yapılan, uluslararası spor organizasyonudur. TUR, İstanbul ve Alanya arasındaki sahil şeridini kullanarak gerçekleştirilmekte ve toplamda 8 etapta 1300 km. yol geçilmektedir. Bisiklet yarışları, Fransa, İtalya ve İspanya turu örneklerinde gördüğümüz gibi, bir ülkenin tarihi ve doğal güzelliklerini çok geniş çapta gösterebilen tek spor dalıdır. Uzun mesafeler katetmesi sebebiyle geçiş güzergahı ve çevresini iyi çekimlerle tanıtma imkanı sağlar.

Bu fikirden yola çıkılarak, 2008 yılında yapılan kategori değişikliğiyle TUR üst düzey profesyonel bir yarış haline geldi ve aynı zamanda naklen yayınlanmak üzere prodüksiyon ve yayın için anlaşmalar yapıldı. Toplamda 2 helikopter, 1 uçak, 4 motosiklet ve 12 yer kamerası ile HD olarak ilk naklen yayın yapıldı. Şunuda belirtmek isterim ki, tarihte HD olarak çekilen ilk etaplı bisiklet yarışı Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turudur. 2008 yılındaki başarının ardından 2009 yılında daha büyük katılımla yapılan bu organizasyon Eurosport international’da toplam 123 ülkeye her gün 2 saat naklen ve 28 farklı dilde ulaşınca tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır.

2 yılda gerçekleşen organizasyon başarısıda eklenince Türkiye Bisiklet Federasyonunun talebi ve Uluslararası bisiklet birliğinin kararıyla bu yarış Dünyanın en prestijli yarışlarından birisi olarak HC kategorisine yükseltilmiş ve kendi sınıfında dünyadaki 14 yarıştan birisi haline gelmiştir. 2010 ve 2011 yılında gerçekleştirilen organizasyon dünyanın en iyi takımları ve sporcuları tarafandan ilgi görmüş ve 4 yıllık kısa bir sürede uluslararası düzeyde bir marka haline gelmiştir. Süreklilik ve istikrar gerektiren yıllık organizasyonlarda pekte başarılı olmayan bir ülke olarak bakarsak, TUR büyük bir başarıya imza atmıştır. İsminin ağırlığını taşıyabilen, Türkiye’de ki tüm çevreler tarafından büyük bir içtenlikle desteklenen, halk tarafından coşkuyla sahiplenilen bu organizasyon seyirci olarakta zannederim futbolu geçen tek spor dalıdır.

TUR, bence, Türkiye tarihinin en büyük turizm tanıtım kampanyasıdır. Israrla savunduğum bu fikri biraz açarsak bana hak vereceğinizi umuyorum. Dünyanın en popular kanallarından birisinde toplam 17 saatlik yayınla Türkiyenin en güzel yerlerinin HD görüntüsünün verildiğini ve bunun 123 ülkeye ulaştığını düşünürsek, bu reklamın parasal değeri konusunda biraz fikir edinebiliriz. Naklen yayını yapan kanalın dünya üzerinde 250 milyon evde seyrediliyor olması ve programın 8 gün boyunca devam etmesi bir milyara yakın insanın en azından birkaç saniye bu görüntülere takılmasını sağlayacaktır. Unutmayalım ki, Avrupa kıtasında bisiklet yarışları izleme oranı çok yüksektir. Tüm bunların yanısıra 100 den fazla yerli ve yabancı basın mensubunun organizasyonu takip etmesi, internet üzerinden büyük kitleler tarafından takip edilmesi organizasyonun tanıtım başarısını açıkça ortaya koymaktadır.

Tanıtımın yanısıra, bisiklet federasyonu verilerine gore, TUR Türkiye’de bisikletle ilgili her branşta inanılmaz bir büyümeye sebep olmuştur. Artık daha fazla insan bisiklete biniyor, daha fazla lisanslı sporcu var, daha fazla bisiklet satılıyor, daha fazla belediye bisiklet yolu yapmaya çalışıyor ve tarihimizde ilk kez bisiklet üreticisi firmalar bisiklet sporuna büyük sponsorluklar yapıyor!

22-29 Nisan 2012 tarihinde 48.si yapılacak TUR herşeye sahip. Muhteşem organizasyon, büyük devlet desteği, akılalmaz bir özveriyle emek veren ekipler, hiçbir amatör spora verilmeyen medya desteği, uluslararası marka olma özelliği, büyük bir seyirci kitlesi………….

Tek eksiği var, diğer tüm amatör sporlarda olduğu gibi, kurumsal sponsor desteği!

Aydin Ayhan Güney

Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu Organizasyon Direktörü

www.tourofturkey.org

[email protected]

The Presidential Bicycling Tour of Turkey (TUR) (Quest Writer: Aydin Güney)

The annual Presidential Bicycling Tour of Turkey (TUR) has become, especially in the last 3-4 years, a well known and much talked about event. The name perhaps suggests a touristic tour, but the TUR is far from that. It is a professional race replete with some of the best cycling teams and cycling professionals in the world. As such, I would like to touch upon some of the main the elements that have made it such a successful project.

This years’ 47th edition makes the TUR the oldest and largest annual international sports organization in Turkey. Running along a band between Istanbul and Alanya, the TUR consists of 8 day stages covering over 1300 kms. Bicycle races, as we see at the Tour de France, the Giro D’Italia, and Vuelta of Spain examples, are the only sports which can promote the nation’s history and natural wonders. Because of the distance covered, the variety of landscape passed, and a range of intermediate cities on the route, these races offer fantastic opportunities for promoting with good filming.

Using this as rationale, starting from 2008, the TUR was transformed from a mid-level amateur race to a top level professional competition. TV production and TV rights agreements were signed for live coverage. A total of 2 helicopters, 1 aircraft, 4 motorcycles and 12 ground cameras were used for the first ever live HD airing, making it the first ever stage bicycle race produced in HD.

After the success of the 2008 edition, an even larger participation ensued in 2009 with EUROSPORT INTERNATIONAL airing live coverage of the race 2 hours a day to 123 countries in 28 languages. After the notable successes of these first 2 years editions, and following the timely petition of the Turkish Cycling Federation, the International Cycling Federation accepted our request to include the TUR in the HC category , thus making it one of the 14 most prestigious bicycle races in the world. As a consequence the 2010 and 2011 editions attracted participation from some of the best professional teams and racers in the world bringing the TUR, after only 4 short years of life, a trademark of international repute. For a yearly organization requiring consistency and stability, to achieve that kind of success in a country like Turkey not known for those characteristics, is no small feat.

Supported with great sincerity at all levels of Turkish society and embraced with enthusiasm by the local population, I believe that the interest generated by this race and the sport in general is surpassed – in terms of spectators- only by football. In my opinion – an opinion I have insistently defended- the TUR also serves as the largest tourism campaign in Turkish history. If we examine that statement carefully, I hope that I will be proven correct.

If we consider that one of the most watched TV channels on the planet is showing 17 hours of Turkeys most beautiful and scenic areas in HD, and that the images are being aired live in all their majesty to 123 countries around the world, the monetary value alone of such publicity is incalculable. Eurosport channel airs directly into 250 million homes around the world. The 8 consecutive day coverage thus ensures that images of Turkey, even if for a few seconds, reach up to 1 billion people. Let’s not forget too that interest for bicycling competitions in Europe is very high. Add to that fact that 100 plus local and foreign press representatives follow the race and that the race details reach the greater public via internet, the extent of the publicity involved becomes clear.

Beyond the publicity angle, the TUR, according to data provided by the Cycling Federation, has contributed to unbelievable growth in all areas related to cycling. More bicycles have been sold, more people are riding bicycles, more athletes have become licensed to compete at all levels, more municipalities have been trying to build cycling paths, and for the first time in our history bicycle producers have become large scale sponsors for bicycling related activities.

The 48th annual TUR that will run between April 22-29, 2012 will be blessed with a proven international trademark, a great organization, consistent support from the government and state institutions, dedicated teams willing to sacrifice time and effort, unparalleled (for an amateur sport event) media coverage, and mass public interest. The only thing shortcoming, and this something shared by most other amateur sports, is the lack of a dependable institutional sponsor for the project!

Aydin Ayhan Güney

Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu Organizasyon Direktörü

www.tourofturkey.org

[email protected]

+905323150130

Poliçeyi Değil, Müşteriyi Tanımak

Hizmet Sektöründe yer alan firmaların ilk yapmaları gereken müşterisini tanımaktır.

Örneğin: Sigorta sektöründe; “Kaç Poliçe sattığınız” dan çok, sözkonusu poliçeleri “kime sattığınızı bilmek” daha kritiktir.

Müşteri açısından baktığımızda da; hizmet aldığı Şirkette, poliçe sayılarıyla değil, ismi ile tanınmak, kendisine değer verildiğini hissettirir.

Örnek: Aradığında, telefon numarasından tanınarak ismi ile hitap edilmesi vb. gibi.

Belki ticari/kurumsal müşterilerde “poliçe yönetimi” uygulaması yapılabilir. Bu segmentlerde sayılar kontrol edilebilir olduğu için problem daha az yaşanabilir.

Bireysel müşterilerde “sayıların çokluğu” manuel yönetime izin vermeyecek boyuta ulaşacağından, mutlaka sistem alt yapısının müşteriyi tanımlayacak şekilde kurgulanması gerekir.

“Yurt dışında dahi, henüz müşterisini değil, poliçesini sayan sigorta şirketleri var” diyorsanız, haklı olabilirsiniz.

Ancak; Türkiye de müşterilerini tanıyabilen, Bankacılık gibi, telekominikasyon gibi, perakendecilik gibi sektörler, çıtayı yükselttiler. Beklentiler, bu sektörlerden alınan hizmetten daha düşük olamaz.

Müşteri tanımlamada temel ölçü ne olmalı? Benim önerim: Şahıslar için: TC Kimlik No ve Kurumlar İçin: Vergi No’dur.

Bu tanımlamaların yapılmasını zorunlu kılan unsurlardan bir tanesi de müşteri karlılığının ölçümlenmesinin, rekabet avantajı yaratmasıdır.

Nasıl mı?

Bazı şirketlerde kurumsal/ticari müşterilerde karlılık ölçümlemesi yapılıyor. Benzer şekilde bireysel müşterilerde de karlılık ölçümü yapılabilmelidir.

Burada kastedilen müşteri karlılığında, müşterinin şirkete yarattığı teknik karın yanı sıra; o müşterinin yarattığı genel giderden tutunda, elde edilen mali kara kadar tüm kriterler var. Üstelik varsayımsal değil. Gerçekten ölçümlenmiş rakamlar.

Eğer müşteri karlılığını doğru ölçerseniz ve bu ölçümler çerçevesinde segmentasyon yaparsanız; gerçek hedef müşteriyi bulur ve doğru müşteriyi doğruda fiyatlayabilirsiniz.

Eminim bu konuda destek olacak, hazır software’ler, CRM araçları bulunabilir. Daha da iyisi; iş ekiplerinizin size özel iyi bir analiz yapması ve Bilgi İşlem ekiplerinin bu analizi program haline getirmesidir.

Elbette, en iyisi aşama aşama ilerlemek.

İlk aşama için benim önerim “Müşterilerinizi tek bir no altında Toplamak” olabilir.

Should Internet Be Free and Easly Accessible by Everyone?

I think that these days will be called as “Internet Era” by next generations.

It became so easy to access information via internet.

Even though that much dependency of internet may cause some risks, governments should make informations easily accessible by everyone without any geographical restictions.

My recommendation is that governments should provide free internet connections to all their citizens if they would like to establish an Information Community.

“Bir Daha Çal Sam” Ama Casablanka da Değil, Marrakech de…

Değişik bir gezi yapmak istedik. THY ofisine gittik. Schengen Vizelerimizin süresi dolmuştu, üstelik 1 hafta süremiz vardı. Vize uygulanmayan bir ülke olsun, uzak olmasın, değişik olsun, dedik.

Ve Fas’a gitmeye karar verdik.

THY nin direkt uçuşu ile Cumartesi Sabah yola çıktık. 4 saat uçak yolculuğu yaptık. Türkiye’ye göre 3 saat geriden gelen saat farkı olduğu için de neredeyse İstanbul’dan uçağa bindiğimiz saatte, (yerel saatle) Casablanka da uçaktan indik.

İlk Afrika seyahatimizdi.

Gitmeden önce Ramazan ayının son 3 günü, Fas ta yaşam nasıldır? Ne giyilir? Nerede yenilir? Nerede kalınır? diye araştırdık? (Bu konuda en fazla bilgiyi internette İngilizce bulabiliyorsunuz.)

www.booking.com adresinden otelimizi seçtik. Kriterimiz, otelin anlattıklarından çok, ziyaretçilerin yorumlarıydı. Bu siteden hem otelle ilgili yaptığımız işlemler çok iyi çalıştı, hem de otel yorumlarda anlatıldığı gibiydi.

Kuzey batı Afrika’da yer alan Fas’ın nüfusu yaklaşık 32 mio kişi. Fas’ın, “Magrip ülkesi” şeklinde çevrilen arapça adı, Güneşin Battığı yer anlamına geliyormuş.

Fransız kültüründen çok etkilenmiş. Herkes Fransızca biliyor ve günlük hayatlarında kullanıyorlar.

Sonraki ziyaretçiler için şimdiden söyleyelim, Jean pantolon’dan-kara çarşafa kadar hemen her türlü kıyafet giyiliyor.

Kendilerine özgü mutfaklarının yanı sıra, Farklı ülke mutfaklarından oluşan bir yemek kültürleri var. (Fiyatlar aynı standartta İstanbul restaurant’larından %50 daha ucuz.)

Demiryolu sistemi gelişmiş ve ucuz.

Para birimleri: Dirhem. 100 EUR= 1.100 Dirhem.

İnsanları sıcakkanlı, Türkiye’den gelenlere sempatikler. Televizyonda Haftanın 5 günü “Kurtlar Vadisi dizisi” yayınlanıyormuş.

Casablanca:

Casablanca ismi bize tanıdık gelmişti. Meşhur filmdeki replik “Bir daha çal Sam” ‘i o kadar yaşlı olmasakta:)) biz de biliyorduk.

Ama şehir bizim için tam bir hayal kırıklığı oldu.

Atlantik okyanusuna kıyı bir şehir. Kıyıda Dünya’nın en uzun minareli ve süper bir işçilik ile inşaa edilmiş “Hasan V. Cami” ve fotoğraf meraklıları için limanda toplanmış balıkçı teknelerinin verdiği, muhteşem görüntü dışında şehir çok bakımsız. Kötü kokuyor.

Eski şehire kokudan girilmiyor. Esnaf fazla ısrarcı. Hediyelikler bakılacak gibi değil.

Önerim: Eğer THY ile gidecekseniz, İstanbul’dan Casablanca’ya direk uçuş yaptıktan sonra hemen başka bir vasıta ile uzaklaşın:))

Marrakech:

Ertesi gün, Casablanka dan Marrakech e 3 saatlik keyifli bir tren yolculuğu yaptık.

İşte beklediğimiz Fas buradaydı. Umulmadık derecede yeşildi. Geniş caddeleri vardı. Temizdi. Bütün binalar kiremit rengine boyanmıştı. Arap Mimarisi ne demek hemen görülebiliyordu. Hem huzur, sessizlik, oryantal. Hem çağdaşlık, eğlence, kalabalık vardı.

Şehrin meydanında; geleneksel yılan oynatıcılarından, devasa palmiye ağaçlarına, kubbeli ev mimarisinden, geleneksel arap ve bedevi giyim kuşamına kadar bulmayı umduğumuz güzelliklerdi. Çok güzel bir şehir. Faytonlarla şehir turunu şiddetle öneriyorum.

Kısaca Casablanca değil ama Marrakech e gidin.

Bu arada anlatılanlara göre Çöl ve Fes de çok güzelmiş.

Not: Taksicilere dikkat:) Yabancıların parasını taksimetredekinden fazla almak için çok gayretliler.
Bir de: Casablanca Havaalanında uçağa verdiğiniz valizden değerli eşyalar gidebiliyor. Güneş gözlüğü gibi.:)) seyahat süresince valizlerinizi kilitleyin.

Ortadoğuda Sigortacılık ve Türkiye-(Konuk Yazar Tolga Güneş)

Ortadoğu, son dönemde Değişim Rüzgarı ile yine dünyanın gündeminde. Bölge coğrafyasından karışıklık eksik olmuyor. Ama karışıklıklar bölgenin ekonomik ilgi çekiciligini de engellemiyor. Gelişmiş pazarlardaki ekonomik yavaşlama, büyük şirketlerin gelişmekte olan pazarlara yönelmesine sebep oluyor.

Ortadoğu da gelişmekte olan pazarlardan biri olarak büyük şirketlerin iştahını kabartıyor.

Sigortacilıkta da durum çok farklı değil. Gelişmiş ülkelerde sigorta primi hacmi büyümüyor.

Swiss Re Global Sigortacılık Raporuna göre, gelişmiş pazarlarda hayat dısı prim üretimi 2009 yılında %0.4 küçülürken 2010 yılında sadece %0.3 büyümüş durumda. Aynı dönemde gelişmekte olan pazarların hayat dışı prim üretimi ise sırasıyla %3.8 ve %7.4 büyümüş.

Ortadoğu pazarındaki büyüme bu oranların da üstünde, 2009’da %4.1 ve 2010’da %7.7 olarak gerçekleşmiş.

Büyüme rakamları her ne kadar olumlu gözükse de bölgenin dünya sigortaciliğindaki payı hala çok küçük. 2010 yılında toplam 27 milyar $ hayat dışı prim üretimi ile bütün dünyada üretilen sigorta priminin sadece %1.5’i Ortadoğuda üretilmiş, hayat primlerinde ise bu pay %0.2 ile yok denecek kadar az.

Şu bir gerçek ki, bölgeyi çekici kılan unsurlardan biri de bu rakamlar ve bölgenin muazzam büyüme potansiyeli. Bu potansiyelden faydalanmak isteyen büyük şirketler Ortadoğu bölgesini ayrı bir yapıyla yönetmeye başladı. Bölgenin daha önce bahsettigim karışık coğrafyası ve islami gelenekleri farklı bir yaklaşımı da kaçınılmaz kılıyor.

Bölgenin yönetim merkezi, vergi avantajları, yabancı yaşam tarzlarina karsı hoşgörüsü ve ulaşım kolaylığı avantajlarıyla, Birlesik Arap Emirlikleri şehirlerinden biri olan Dubai. Şehrin 1.9 milyon olan nüfusu gün içinde 2.5 milyonu aşiyor ve bu nüfusun tamamına yakını yabancılardan oluşuyor.

TÜRKIYE AÇISINDAN

Dubai’de sadece 5.000 civarında Türk var. Bölgenin genelinde de sayımız çok fazla değil. Buna karşın Türk kültürünün bölgedeki etkileri çok fazla. Türk olduğunuzu soylediğinizde mutlaka bir Turk dizisiyle ilgili yorum duyuyorsunuz. Türk yemekleri de bir o kadar popüler. Gazetelerde Türkiye ile ilgili haberlere, gelişen ekonomisi ve güzelligi ile ilgili övgülere çok sık rastlıyorsunuz.

Son donemde şirketlerin Türkiye ofislerini Avrupa Bölgelerinden çıkarıp Ortadoğu Bölgelerine bağlamaları bizi de bölgeye daha yakın hale getiriyor. Sigorta perspektifinden bakarsak, Ortadoğu hayat dışı sigorta prim üretiminin %28 ini yapan Türkiye bölgenin lider ülkesi durumunda. Prim üretimindeki büyüklüğümüzün yanında, uygulanan kanun ve yönetmelikler, şirketlerin sermaye yapıları ve yönetimleri Türkiye’yi bölgenin en oturmuş pazarı yapıyor.

Açıkcası, Türkiyenin Avrupa Bolgesi yerine Ortadoğu Bölgesinde yer almasının bizim için çok daha iyi olacağına inananlardanım. Türkiye Avrupa’ya sırtını dönmemeli, aksine hem batıya hem doğuya yakınlığını Ortadoğu liderliği için kullanmalı. Avrupa Bölgesinde küçük bir oyuncu olmak yerine, Ortadoğu bölgesinin en buyuk oyuncusu olması Turkiye için bir fırsattır. Genç ve aktif nüfusumuz, girişimci şirketlerimizle bu firsatı en iyi şekilde kullanabilecek durumdayız.

M. Tolga Güneş- Sigortacı/Dubai

Sektörde Vitrin Değişikliği Zamanı

Ekonomide bugünün ışıldayan Şirketlerine baktığımızda, hepsinin ortak özelliklerinin:

-yenilikçi,
-yaratıcılığa önem veren ve bütçe ayıran,
-gençlere yatırım yapan,
-teknoloji ile barışık,

olduklarını gözlemliyoruz.

Sigorta Sektörü’nün de bir Vitrin Değişikliğine gitme zamanı geldi. Sektöre bizden önce başlayanların bizlere aktardıklarını sürdürerek, 10 sene, 20 sene öncenin kurallarına göre hareket ederek, başarıyı yakalama şansımız kalmadı.

Yenilikleri arayalım. Yaratıcılığa para ayıralım, destek verelim. Bilinmeyeni, yeni fikri cesurca deneyelim. Organizasyon içerisinde deneyenleri cesaretlendirelim.

Türkiye de yaşamış bir Fransız dostum bana; “Türklerin adaptasyon kabiliyeti çok yüksek, ama yaratıcılıkları yok demişti.”

O gün bugündür bu yorumun üzerinde düşünüyorum.

Bugün, Türkiye Cumhuriyeti adında bir Devlet olduğuna göre, tarih boyunca yeniliklere çok hızla adapte olabilmiş bir toplumumuz var demektir. Değişemeyen, evrimleşemiyor ve belirli zaman sonra da yok oluyor. Demek ki değişebiliyoruz. Hem de çok hızla…

Son dönemde özellikle sosyal medya alanındaki gelişmelere bakıyorum. Genelde hep takipçi ve taklitçi gidiyoruz.

Facebook gibi bir yenilik neden Türkiye den çıkmaz? Başarılı gördüğümüz alış-veriş siteleri yurt dışı uygulamaların taklitleri değilmi dir?

DNA mıdır? Eğitim Sistemi midir? Kültür müdür?

İyi yaptıklarımızı yapmaya devam ederken, yapamadıklarımızı da yapabilir hale gelsek iyi olmaz mı?

Nereden başlasak diye düşününcede; “herkes kendi bildiği alanda yeniliği aramalı” cevabı aklıma geliyor.

Bulduğum çözümlerden birisi; organizasyonların katı hiyerarşik yapısından kurtulup, görüşlerin daha fazla ifade edilebildiği, daha yatay organizasyonlara dönmenin faydalı olacağı yönünde.

Ben; Kurumların değil, başındaki kişilerin kültürleri olduğuna inanıyorum. Hiyerarşinin tepesindeki kişinin sadece geçmişten kalan, alaylı yaklaşımlarla süregiden yönetim ve iş yapış tarzlarına biraz da gençlik aşısı katabilmemiz lazım.

Yenilikçi gençlere şans tanımalı ve tecrübe ile yaratıcılığı harmanlamalıyız.

Eğitim sistemi de olanı anlatmanın yanı sıra, nasıl daha iyi olabileceğini sorgulamaya dönük yeni bir yaklaşımla düzenlenmeli mi?

Sigorta Sektöründe de gençlere, yeni fikirlere, daha fazla kapımızı açacak yöntemlere izin versek ve hatta bunlar için bütçe ayırsak? 10 yanlış denemeden 1-2 tanesi başarılı olsa, şirketlere ilave bir rekabet avantajı sağlamaz mı?

Sağlıyor biz denedik….

Üniversiteden Yeni Mezun, İş Arayan Arkadaşlara Öneriler

Bu dönemde yakın çevremde üniversitelerden yeni mezun arkadaşların iş görüşmeleri ve kendilerine uygun iş arama çabalarını, hayal kırıklıklarını, yön arayışlarını, sıklıkla gözlemleme fırsatım oldu.

Bende 21 senede, 7 ayrı tüzel kişilikte yaşadığım tecrübelerden yola çıkarak, bu konudaki bazı önerilerimi paylaşmak istedim.

-Üniversite giriş sistemimiz nedeniyle, insanlar daha önce planladıklarından farklı bölümlerde okumak durumunda kalmış olabilirler. Bence üniversite eğitimi; bölümü ne olursa olsun öğrencilere her şeyden önce Dünyaya bakışa dair daha geniş bir vizyon vermektedir.

Bu vizyonu aldıktan sonra, üniversitede hangi bölümde okunulmuş olursa olsun, aranılan meslek eğer çok teknik eğitim gerektirmiyorsa, mezun arkadaşların hayallerindeki sektörde, çalışabilmek için çaba göstermelerini öneriyorum.

-Unutulmamalıdır ki; hayatın bu döneminde başlanacak bir sektör, ilgili arkadaşın gelecekteki iş hayatını şekillendirecektir. Bu nedenle iş seçimlerinde, bu dönemin kaygılarını bir tarafa bırakarak istenilen işin/sektörün seçilmesine özen gösterilmelidir.

Örnek: İletişim sektöründe veya bölümünde kariyer yapmak isteyen arkadaşımızın, daha iyi imkanlar bulduğu için bir şirketin insan kaynakları bölümünde çalışmayı tercih etmemesi gerekir.

Gerekirse, belli bir süre daha kötü şartlarla iletişim sektöründe çalışmaya başlamayı tercih etmeleri önerilir. Aksi durumda yeni işe başlayacak arkadaşın bundan sonraki kariyeri İnsan Kaynakları’nda devam eder ki, istenilmeyen bir işte 20-25 sene çalışmak sadece iş hayatını değil özel hayatı da olumsuz etkileyecektir.

-Denilebilir ki sevdiğim sektörde/bölümde iş imkanı yoksa ne yapmalıyız? O takdirde benim önerim, geçici olmak kaydıyla alternatif olarak ne buldunuz ise çalışmaya başlayın. Çünkü her iş, ne olursa olsun, hayata dair sizlere bir şeyler öğretecektir.

Örnek: Garanti Bankası Teftiş Kurulu Mülakatında, mülakatı yapanları etkileyen vasıflarımdan birisi okul yıllarında Halı-Kilim satışlarım olmuş. Çünkü; o yıllarda Garanti Bankası’nda Şube Müdürlerinin en önemli kaynaklarından birisi Teftiş Kurulu idi. Müfettişlik değil ama Şube Müdürlüğü için satış tecrübesi ayırt edici bir özellik olmuş.

Geçici olarak başka bir görevde çalışmaya başlamanız, sizlere zaman kazandıracak, yeni çevrelere girişinizi kolaylaştıracak, para kazandıracak, en önemlisi de “ben yapabiliyorum güveni” kazandıracaktır.

-Ancak; aradan çok zaman geçmeden (3-5 yıl) mutlaka kendi istediğiniz alana geçme yollarını arayın. İstemediğiniz alanda belli bir sürenin üzerinde çalışmanız, istediğiniz alanda sıfırdan başlama cesaretini size kaybettirebilir. Mevcut işte çok uzun kalmayın. Hayatın sonrası çok uzun.

-Güven konusu açılmışken, bir iş görüşmesine girdiğinizde sonucu ile ilgili unutmamanız gereken en önemli husus:

“Sizin sahip olduğunuz yetkinliklerle, o iş yerinin aradığı pozisyona dair yetkinlikler örtüşüyor mu?”

sorusuna verilecek yanıttır.

Eğer örtüşmüyorsa; iş görüşmesinden sonra başarısız olduğunuz için kendinizi, okulunuzu suçlamayın, yargılamayın. Hele kendinize güvensizliğe hiç girmeyin. Aslında; güvensizlik duygusuna kendinizi kaptırırsanız işte o zaman yanlış kararlar alır. Uzun vadede mutsuz olursunuz.

Sizin nitelikleriniz, firmanın aradığı niteliklere fazlada gelmiş olabilir. Şirket yöneticileri de geçmişte yaşadıkları tecrübeler nedeniyle o göreve gereğinden fazla nitelikli bir adayı aldıklarında, çok kısa zaman sonra, o görevin o adayı mutlu etmeyeceğini ve adayın görev değişikliğini isteyeceğini, düşünmektedirler.

Çalışmayı arzu ettiğiniz firmaların insan kaynakları departmanlarına cv lerinizi mutlaka gönderin. Kurumsal hiçbir firma kendisine gelen cv leri bir kenara koymaz. Sadece uygun pozisyonun açılması anı bekleniyordur.

-Artık, Şirketler eleman arayışlarında sosyal paylaşım sitelerinde de cv tarıyorlar. Özellikle profesyonel sosyal paylaşım ağlarında da (Linkedin gibi) cv niz ve iş talebinizle birlikte bulunmaya gayret edin.

-Benzer donanımda çok sayıda aday olabileceğinden, diğer adaylardan kendinizi daha avantajlı kılabilecek üstünlüklerinizi, cv nize eklemeyi unutmayın. Örnek: İlave bir yabancı dil, okul döneminde yapılan stajlar, yardım kuruluşları için yapılan çalışmalar, spor aktivitelerinde ki katılımlar vb. gibi.

-İş görüşmelerinde, adayın hangi yönü ile (hırsı, çalışkanlığı, iş bitiriciliği, titizliği, heyecanı, sosyal iletişim becerileri gibi) Şirkete artı değer yaratacağı sorusuna cevap aranacağı gibi, adayın hangi özellikleri ile kurum içi ahengi bozabileceğine de bakılmaktadır.

Bu tür konularda sizlere tavsiyem “Görüşmelerde siz olun? Rol yapmayın, yapmaya çalışmayın.” Varsın bu iş olmasın, gelecek hayatınızda mutlu olabileceğiniz, SİZ olabileceğiniz bir işte göreve başlayın.” Aksi durum sadece şirket için değil sizin için de kötü başlangıç olacaktır.

-Açık pozisyonu, sizin “ne kadar gerçekten istediğiniz” görüşmelerde kendisini hissettirecektir. Çaresizlik nedeniyle o işe girme gayretiniz, Şirketin de istediği bir durum değildir.

Katılıyorum, bu dönem zor bir dönem. Fakat, 20-25 yıllık çalışma hayatınızla karşılaştırınca gerçekte, bu dönem kısa bir dönem. (Sonra daha iyi anlayacaksınız.)

Hepinize gönlünüze göre; mutlu olacağınız, başarılı olacağınız, işler diliyorum.

İş Yaşamında Mesafeyi Korumayı Bilmek

Başarılı olmanın altın anahtarlarından birisi de; iş arkadaşları ve müşteriler ile mesafenin (insandan insana değişen) korunabilme becerisidir.

Profesyonel yaşamda görev yapanlardan diğer tarafların ilk beklentisi, görevin azami çaba ve profesyonellik içerisinde yerine getirilmesidir.

Bunun yanı sıra sosyal ilişkilerde de başarılı olabilmek, kişinin iş ortamındaki konforunu ve performansını pozitif etkileyecektir.

Mesafe tutabilmek, empatik düşünme ve hareket etme yetkinliğinin bir sonucudur.

Mesafe tutabilme yeteneği kişiye dönük sevgi ve saygıyı artıracağı gibi, iş performansının da yükselmesini sağlayacaktır.

Benim önerim; İş yaşamında 3. taraflarla her zaman profesyonellik çizgisinde kalınması, mesafenin kapanması durumlarında da en kısa zamanda profesyonellik çizgilerine geri dönülmesidir.

Hedef: Sektörde İlk Sıralarda Yer Almak

Göreve yeni atanan  şirket yöneticileri kendilerine ve şirketlerine hedef belirlemekle işe başlarlar. Bu hedef hem büyüme hem de karlılık yönünde mesajlar taşır.

Genelde de alışıla-gelmiş bir lisan ile belirli bir dönem içerisinde; sektörde ilk 5 ve/veya ilk 10 şirket içerisinde yer almayı, Şirkete hedef olarak belirlerler.

Öte yandan, başta sermayedar ve diğer paydaşlar şirketten kar da beklerler.

Yani hem hızla Pazar payı elde edilmeli, hem de karlı olarak bu gelişme sürdürülmelidir.

Hayat Dışı Sigorta Sektörü Haziran 2011 prim toplamı 7.060.644.575.- TL oldu. Bu üretimin toplam 4.300.653.786.-TL’lık kısmı yani yaklaşık %60 ı ise Sağlık, Kasko ve Trafik üretimlerinden geldi.

Bu üç branş, bir zamandır sektörün en fazla zarar üreten branşları. Geriye kalıyor %40’lık pay ile diğer branşlar.Hem kar edeceğim, hem de büyüyerek sektörde ilk sıralarda yer alacağım iddiası ile yola çıkan yönetimleri iki seçenek bekliyor.

1- Zarar yazan bu üç branş dışındaki işlerde büyümek. %40 lık bir pazarda hareket ederek, %100 lük pazarda hareket eden şirketlere nazaran daha hızlı bir büyüme sağlamak elbette daha zor olacağı gibi, aynı zamanda sınırları vardır. Belli bir hacimden sonra %40 sınırına takılınır.

2- Tüm branşlarda büyürken bu üç branştaki zararı minimize etmek. Karlı branşlarda yapılacak üretimin karının bir kısmını zarar eden branşların olumsuz sonuçlarının giderilmesinde kullanarak büyümek.

Geçmişte bir Banka nın kredi kartlarından sorumlu yeni Genel Müdür Yardımcısı kart satışlarını çok hızlı şekilde öylesine büyüttü ki; bir anda söz konusu Banka kart sayısı kriterine göre ilk 3 Banka arasına girdi. Hemen ardından görevi devralan bir başka Genel Müdür Yardımcısı ise bu kartların sahiplerini segmente ederek kar üretmeyenleri, ödememe eğilimi yüksek olanları kısa zamanda eledi. Sonuca baktığımızda Banka, nispeten kısa bir süre içerisinde ve bu döneme ait maliyetlerden arındırıldığında Türkiye nin en fazla sayıda ve karlı kart portföyüne sahip oldu.

Başarılı örnekleri izlediğimde genellikle 2 grup iş yapış tarzı ile karşılaşıyoruz.

-“Çok hızla pazara saldırıp, maliyetli de olsa Pazar elde eden ve hemen ardından gerek dağıtım kanalı ve de gerekse prim portföyünü temizleyerek” başarıya ulaşan yöneticiler.

-“ihtiyatlı bir iş kabul politikası oluşturarak büyümesini karlılık içinde ama zamana yayarak” sürdürenler.

Peki; Sigorta pazarında ilk 10 da yer alan şirketlerin, devam eden yüksek büyüme hızlarına baktığımızda; gerçekten sektörde yer alan yöneticilerin ihtiyatlı büyümeye zamanı var mı?

O zaman; “Şirketin belirli bir dönemde sektörde ilk sıralarda yer alacağı” söylemi çok iddialı bir hedef değil mi?