Neler Olmuş, Neler… 2005/2010 Döneminde Hayat Dışı Sigortacılık

Son 5 yıl içerisinde Türk Sigorta Sektörü’nde Hayat Dışı Sigortacılığın gelişimini karşılaştırdım.

TSRSB’nin 2005 ve 2010 yıl sonu rakamlarını alıp, içlerinden Hayat Şirketlerine ait hayat dışı branş üretimlerini çıkarttım.

Sizin de göreceğiniz üzere pek çok şirketin ismi değişmiş. Pek çok şirket yok olmuş ve pek çok şirkette faaliyete başlamış.

En güzel tarafı, Hayat Dışı Sigortacılık primi 5 yılın sonunda %82  büyümüş.

Sıralama da, ilk 10, ilk 20 değiştiği gibi, bazı şirketler %200’ün üzerinde büyüme başarısı gösterip; “Bu Sektör de Ben de varım demişler.”

2005-2010 pdf

Hayatta Olanlara Bir An Önce Ulaşılsın Dileklerimle…

23 Ekim 2011 gecesini sürekli,  “Acaba şu anda, hangi yıkık evde, kaç kişi, neler düşünerek ve hangi sağlık şartlarında yaşam mücadelesi veriyor? diye düşünerek geçirdim.

Van’da meydana gelen Deprem ile ilgili, her şeyden önce “Halen hayatta olan tüm insanlara biran önce ulaşılmasını ve biran önce tedavilerine başlanmasını ve de diğer tüm insani ihtiyaçlarının karşılanabilmesini” diliyorum.

Kalbimiz, dualarımız hayatta kalma mücadelesi verenlerle birlikte…

Hatırlamak  istemiyor, içten içe inkar ediyoruz ama deprem kendisini hatırlatıyor. Unutmamıza izin vermiyor.

Deprem Bölgesinde yaşıyoruz, son yıllarda Dünya’ya bir haller oldu, bir depreme her zaman hazır ve tetikte olmalıyız.

Yaşadıklarımızdan dersler çıkartıp, ne tür sorunlarla karşılaşılabildiğini tespit edip, acilen gidermeliyiz.

Dün yaşanan deprem sonrası, bence “Deprem Bölgelerinde yer alıp da, depreme dayanıklı olmayan binaları bir an önce tahliye etmeliyiz.” Bu sorumluluğu kimse almamalı, alamaz da…

Kesin emin olduğum bir konu var ki: Hazırlıklı olmalıyız.

Bu tür kriz anlarında sigorta şirketlerinin Kriz Yönetimi’ne ilişkin görüşlerimi daha önceki bir yazı da kaleme almıştım. Orada daha çok sigorta şirketlerinin neler yapmaları gerektiğine dair yorumlarım olmuştu. Çünkü yaşanmış tecrübelerim vardı.

Dağıtım kanalı (Broker olarak) bu ilk kriz dönemimiz ve tecrübemiz.

Fakat, Sigorta Dükkanım Ekibi olarak, biz de bir şeyler yapmak istedik.

1 ay boyunca www.sigortadukkanim.com yapılan poliçelerde,  poliçe başına 10 TL KIZILAY’a yardım yapmaya karar verdik.

Tüm insanlığa geçmiş olsun diliyorum.

 

Hafta da Bir Görüşürüz

Bu yazı ile, Bloğumun faaliyete geçtiği Ağustos 2011 den bu yana yayınlanan 85. yazımı yayınlamış oluyorum.

www.sigortadukkanim.com un kuruluş çalışmaları sırasında, yaşadıklarımı, bildiklerimi, beklediklerimi ve düşündüklerimi paylaşmak amacıyla, başladığım blog çalışması giderek günümün önemli bir kısmını almaya başladı.

Artık, şirket fiili olarak faaliyette ve  asıl işime daha fazla zaman ayırmam gerekiyor.

Bu nedenle; 24 Ekim 2011 tarihinden itibaren yazılarımı haftada bir gün  yayınlamaya karar verdim.

Önce, Blogcu.com’da başladığım yazılarımı, Ağustos ayının başında www.ertugrulbul.com da devam ettirdim.

1 Ağustos 2011 ile 21.Ekim 2011 arasında, Google Analytics skorlarına göre yazılarım, 2.881 kere ziyaret edilerek 10.158 defa okunmuş.

Bu sayı, benim bile başlangıçta düşünmediğim yükseklikte. İlginize teşekkür ederim.

Yazılarımın tamamını okuduğunuz zaman “Çok inandığım Sigorta Sektörünün geleceğine dair Türkiye de en iyimser insanlardan birisi olduğumu” görürsünüz.

Bundan sonra da, bu iyimserliğimin yansımalarını, haftada bir de olsa, Bloğumda göreceksiniz.

Sigorta da Başarıyı Ne Zaman Ölçmek Doğrudur?

Sigorta şirketinde, ürettiğiniz yeni primlerin muhasebesel açıdan %100 gelire dönüşebilmesi için, 365 gün geçmesi gerekiyor çünkü gelir muhasebesi 1/365 kuralına göre yapılır.

İlgili yılın mali tabloları açısından işin, yılın başında mı? – Sonunda mı? üretildiği çok önemlidir.

Örnek: 1 Temmuz 2011  tarihinde ürettiğiniz bir kasko poliçesinin primi 800 TL ise, 31.12.2011 e geldiğinizde bu primin sadece %50 sini yani 400 TL’sini 2011 gelirlerine ve kalan 400TL’sini de izleyen sene Mali tablolarına gelir yazabilirsiniz.

1993 (tarihte yanılıyor olabilirim)  yılına kadar Ticari Müşteriler, Aralık ayının son günü satın aldıkları sigorta poliçesine ait primlerin tamamını,  o yılın giderlerinde gösterebildikleri için, şirketler vergi avantajı elde edebilmek amacıyla poliçelerinin vadelerini ağırlıklı olarak, Aralık ayına ve Aralık ayının da son gününe toplamışlardır.

1993 yılında çıkan bir düzenleme ile Aralık ayının son günü üretilmiş poliçe primlerinin, sadece bir günlük kısmını ilgili yıla ve 364 günlük kısmını da izleyen yıla gider gösterebilme uygulamasına geçilmiştir. Ancak, poliçeler genellikle 1 yıllık düzenlendiğinden, özellikle Ticari ve Kurumsal müşterilerin poliçe vadeleri 31 Aralık tarihine yığılmıştır.

Yukarıda sigorta şirketleri ve müşteriler açısından mali tablolara kayıt yöntemini açıkladığım nedenlerle;

Bir sigorta şirketine yılın ortasında atanmış yeni bir yönetim,

1- Ürettiği yeni primlerin etkisini veya getirilerini 1/365 rezerv sistemi uyarınca aynı yıl tam olarak gösteremeyecektir.

2- Vadelerin yılın son gününe yığılmış olması nedeniyle, o yıla ait gelir yaratmak veya gerçek performansını ortaya koyamayacaktır.

Oysa, yönetimin işe başladığı dönemden önceki işlerden kaynaklanan hasarlar oluştuğu anda doğrudan Sigorta Şirketine gider yazılacaktır.

Özetle;  Şirkete yeni başlayan yönetimin  iş performansı, ancak “izleyen mali yıl sonuçlarında” gerçek anlamda gözlemlenebilir.

İşin mali tablolar açısından değerlendirmesi bu şekilde olmakla birlikte; tanıdığım bir sermayedar,  belki de performans ölçümünde en doğru yol olarak; “Kasada para birikiyor mu?” sorusunun cevabına göre iş performansı değerlendirmesi yapıyordu.

Kasada biriken para, rezervlerden uzak, en gerçek değerlendirme kriterlerinden bir tanesi olabilir.

Aşağıda Sakal

Ne zordur, Türkiye de “Çok Uluslu” bir sigorta şirketinin Genel Müdürlüğünü Yapmak.

-Türkiye’nin dinamiklerini üst yönetime anlatmak zordur.

-“Çok uluslu Şirket, yarın Türkiye’den çıkma kararı alır mı?” diye düşünen Müşterilerle karşılaşabilirsin.

-Satın alma kararlarında “milliyetçi” yaklaşımlar öne çıkabiliyor.

-“Karar almak zor” ve “uzayan yetki süreçleri nedeniyle yavaş.” Lokal şirketler, piyasanın dinamikleri doğrultusunda ve de karar alma mekanizması daha basit olduğu için hızlı hareket edebiliyor. Zamanında gereken kararlar çıkıyor. Oysa binlerce kişilik, kompleks, çok uluslu şirkette karar almak, aksiyon almak kolay mı?

-Organizasyon da her bölümde yatay uzmanlaşma var. Güzel tarafları var ama, aynı zamanda, her yatay uzmanı ikna etmek, sürekli rapor vermek gerekiyor.

-Kültürel Farklar nasıl yönetilecek?

-Rapor hazırlamaktan, göndermekten ve içeriğini anlatmaktan, zaman kalmıyor, “piyasanın içinde olabilme” imkanını kaybediyorsun.

-Türkiye gibi, saniyelerin her şeyi değiştirdiği bir dinamikte,  gelecek 1 yılı, 3 yılı, 5 yılı ve 10 yılı planlaman gerekiyor. Ve sürekli planları güncellemen gerekiyor. Aynı zamanda yaptığın planlar ile rakamların da tutuyor olması gerekiyor.

-Organizasyonda kimin kim olduğunu, kurum içinde ne ağırlıkta olduğunu, Türkiye deki işlere ne şekilde etki edebileceğini anlaman gerekiyor.

-Bol bol ziyaretçi ağırlaman gerekiyor. İstanbul güzel ve popüler.

-Sürekli seyahat etmek, genel toplantılara katılmak iş gücünün önemli kısmını alıyor.

-Niye kar edemediğini, sektörün karsızlık ve rekabet sorununu anlatmak gerekiyor.

-Muhtemel İstanbul Depremi riski ortada iken ve ülke GSMH’sının %40’ı Marmara Bölgesinde üretiliyorken, iş yapmak kolay mı?

-Global de hazırlanmış reklam tanıtım filimlerine, Türk izleyicinin ne tür yaklaşım göstereceğini anlatman gerekirse mücadele etmen gerekiyor.

-Şirketin kurucu ülkesi ile ekonomik ve siyasi ilişkiler bozulursa kuruma etkisi nice olur?

-Global standartlarda belirlenmiş insan kaynakları politikaları, lokale uygun mu?

-Farklı birimlerde Merkez ile iletişimi sağlayacak, yabancı dil bilen çalışan sayısı yeterli mi?

-Dev Organizasyonun Ortak Genel Merkez masrafları, sizin taşıyabileceğiniz büyüklükte mi?

-Global de kullanılan IT programları Türkiye pazarında rekabet edebilecek esneklikte mi?

Zor, çok uluslu Sigorta şirketinde Genel Müdürlük yapmak.

Yukarıda Bıyık

Ne zordur, Türkiye de  lokal bir sigorta şirketinin Genel Müdürlüğünü Yapmak.

-Sektör gelişmiş ülkelerin tersine GSMH’ dan sadece %1-1.5 pay alıyor. O nedenle Sigortacılığın gücü ve etkinliği, henüz az.

-Sigortacılık az biliniyor. Bilinen ürünler de, kasko ve trafik. (Pazarın %44 ü) Diğerleri biraz metazori ile satılmaya çalışıyor.

-Prim üretiminin yaklaşık %70 ini çok uluslu “Dünya Sigortacılık Devleri” üretiyor.

-Kar’lı üretim zor.

-Rekabet çetin.

-Hem büyümek için, hem de mevzuat düzenlemeleri nedeniyle, sürekli sermaye ihtiyacı doğuyor.

-Yurt dışında konsolidasyona uğramış reasürans şirketleri, sayıları azaldığından neredeyse monopol yaratmışlar. Lokal şirketler, ölçek ne kadar büyük olursa olsun, reasürörlerle pazarlıkta “Mahalle Bakkalı, Süpermarkete karşı” konumundalar. Lokal Şirket, 100 birimlik iş için pazarlık yaparken, rakipler 10.000 birimlik pazarlık yapıyorlar.

-Sermayedara sigortacılığı, muhasebesini, yazdığınız işlerin sadece “1/365 inin (1/24 methoduyla) günlük üretime yazılırken, hasarların anında mali tablolara negatif girdiğini” anlatmak zor.

-Acaba, başka bir çok uluslu şirkette lokal şirkete talip olur mu? Olsa mı? Olursa yönetim ve ekip ne olacak?

-Reklam/Pazarlama bütçesi rakiplerle boy ölçüşebilir mi?

-Giderek tüm sektörlerde var olan çok uluslu şirketler (müşteriler)  Global ölçekte yaptığı anlaşmalarla, poliçelerini lokal şirketten çekerler mi?

-Global trendlere ilişkin know-how paylaşımını kiminle yapacaksınız?

-Çok uluslu Broker’lar, neden lokal şirketi tercih etsinler?

-İnsan kaynakları politikalarında bilgi birikiminiz rakiplerle rekabet edebilecek mi? Ekibe eğitim desteğini nereden, hangi kaynaklarla verebileceksiniz?

-Risk bazında verebileceğiniz kapasitelerdeki orantısızlığa baktığınızda kar’lı, büyük acenteler niye lokal şirket ile  çalışmayı tercih etsinler? Çalışmanın ek maliyeti ne olacak?

-Riziko Teftiş bilgi birikimi yeterli mi?

-IT alt yapısı yetkin mi?

Zor, Lokal Sigorta şirketinde Genel Müdürlük  yapmak.

Müşteri Ürününüzü Niye Satın Alsın?

Bilmiyorum sizin de, düşündüğünüz olur mu? Bazen hiçbir ihtiyaç yokken alış-veriş yapıyoruz? Bazen çok zor ve bazen çok kolay satın alma kararı veriyoruz? Neden?

Aşağıda; İnsanlar Neden Satın Alırlar? sorusuna verilmiş 50 yanıt var.

Bu yanıtları nereden buldum?

Geoff Ayling’in, Rapid Response Advertising” (Business&Professional Publishing, 1999) isimli kitabından.

Müşteriler Ürününüzü Niye Satın Alsın?

1- Daha Fazla Para Kazanmak için
2- Daha konforlu hale gelebilmek için
3- Övünmek için
4- Hayattan, işten veya herhangi bir şeyden alınan keyfi artırmak için
5- Ruhu beslediğinden güzel Şeylere sahip olmak için
6- Eleştirilmekten kaçmak için
7- İşleri kolaylaştırmak için
8- İşleri hızlandırmak için
9- Komşularla rekabet için
10- Zengin Hissetmek için
11- Daha genç görünmek için
12- Daha etkin olmak için
13- Arkadaşlık satın almak için
14- Çok çalışmaktan kaçınmak için
15- Acılardan kurtulmak veya uzaklaşmak için
16- Varlıklarını korumak için
17- Stil sahibi olmak için
18- Üzülmemek için
19- Fırsatlardan faydalanmak için
20- Aşkını ifade etmek için
21- Eğlenmek için
22- Organize olmak için
23- Güvende hissetmek için
24- Enerji harcamamak için
25- Kabul edilmek için
26- Zamandan tasarruf etmek için
27- Daha fit ve sağlıklı olmak için
28- Karşı cinsi çekmek için
29- Aileyi korumak için
30- Rol modelleri takip etmek için
31- Reputasyonunu korumak için
32- Kendini farklı hissetmek için
33- “Trendy” olmak için
34- Heyecan duymak için
35- Daha iyi iletişim kurmak için
36- Çevreyi korumak için
37- Güdüsünü tatmin etmek için
38- Para tasarruf etmek için
39- Daha temiz olmak için
40- Popüler olmak için
41- Merakını gidermek için
42- İştahını gidermek için
43- Birey olmak için
44- Stresten kaçmak için
45- Konfor elde etmek için
46- Bilgilendirilmek için
47- Başkalarına vermek için
48- Daha genç hissetmek için
49- Bir hobi sahibi olmak için
50- Miras bırakmak için.

Küçük Kardeş Değil

İçerisinde bankanın da bulunduğu finansal gruplar bünyesinde yer alan sigorta şirketlerinin ve çalışanlarının maruz kaldıkları/kalabilecekleri “Küçük Kardeş” muamelesi sigortacılar tarafından kabul edilemez/edilmemelidir.

Bankacıların, 80’li 90 lı yıllarda ki yüksek karlı dönemlerinde,  sigorta şirketlerine bakışı/yaklaşımı  büyük ağabey yaklaşımıdır.

Faaliyette bulunduğunuz binanın seçiminden, IT çözümünüze; bankacıların kariyer basamağı sayılmaktan, çalışanların ücret artışlarına kadar, pek çok alanda “Sigorta Şirketi Küçük Kardeş’tir” ve Bankacılara göre, sigortacılar kendileri için takdir edilene razı olmalıdır.

Oysa, “Faiz Gelirlerinin” yerini “Faiz Dışı Gelirlere” bırakmaya başladığı tarihten bu yana, Bankaların en önemli gelir kalemlerinden birisi “Sigorta Komisyon Gelirleridir” ve şüphe yok ki önümüzdeki dönem daha da önemli hale gelecektir.

Belki de, başka hiçbir finansal iştirakin yaratamadığı komisyon gelirinin elde edilmesini sağlayan  sigortacılık faaliyetlerinde, bugüne kadar elde edilen kazanç, önümüzdeki 10 yıllık dönemde 3 kat daha büyümesi beklenen sektörün potansiyel getirileri yanında, az bile kalır.

Üstelik; sigortacılık faaliyetleri sadece komisyon yaratmamıştır.  2007 yılından bu yana gerçekleştirilen gerek sigorta şirketi satışları ve gerekse Dağıtım Kanalı satışlarından elde edilen gelirler 4-5 milyar dolara ulaşmıştır.

Geçmişten (80-90 lı yıllar) kaldığını düşündüğüm veya sektörün “karlılık sorununu şimdilik çözememesi” nedeniyle, devam eden bu  alışkanlığın sonlanması gerekir.

Sigortacılar için Bankalar, çalıştıkları güçlü bir dağıtım kanalı ve aynı grubun eşit bir şirketidir.

Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrasında daha da güçlenecek Sigortacılık sektörü, Finans Sektörünün büyük ve özgün oyuncularından birisi olmaya devam edecek, Gelişmiş ülkelerdeki benzerlerinin yaptıkları gibi, karsızlık sorununu kısa zamanda halledecek ve ekonomide ve ilişkilerde istenen ağırlığı elde edeceklerdir.

Benim hiç şüphem yok.

Eskimo

1980 yılıydı, Ankara Yenimahalle, Yahya Kemal Caddesi’nde oturuyorduk. Henüz Orta 2. sınıfa gidiyordum.

Oturduğumuz apartmanın yan tarafında 2 katlı müstakil evlerden birisinde Serdar oturuyordu. Nereden öğrendi bilmem,  henüz hazır dondurmaları bırakın, dondurmanın bile az olduğu dönemde, aromalı buz çıkardı.

Malzemeler;

-Bir paket Lezzo veya Oralet

-Bir de meşhur “Kalsiyum Sandoz” ‘un kutusu.

-Bir adet ince tahta çubuk.

Soğuk suda Oralet’i eritiyorsun, boş Sandoz kutusuna koyuyorsun, içine bir tane de tahta çubuk, doğru Arçelik veya AEG buzdolaplarının buzluklarına. Akşam yap, sabaha aromalı buz hazır.

Ürünün adı da Eskimo.

Önce kendisi Eskimo yiyerek mahallede dolaştı. Biz de merak ettik. Tadına baktırdı. Sonra da isteyen çocuklar bizim evden X TL na alabilir dedi. Ki bir hafta sonra Serdar’ların evinin önünde sıra vardı.

Ben de dururmuyum? izleyen hafta sadece portakallı değil, çilekli ve limonlusunu da çıkardım. Sıralanma sırası bizim kapıya geldi.

 1988 yılı idi. Üniversite bitmiş. Ağustos celbiyle askere gitmeyi planliyorum. Zaman geçirmem aynı zamanda para kazanmam ve de mümkünse ingilizce mi geliştirmem lazım. Neyse ki Ürgüp’lüyüm…

Babamın en küçük kardeşi, o yıl bir ortağı ile birlikte Ürgüp’te halı-kilim dükkanı açtılar. Ama her ikisi de başka yerlerde çalışıyorlar ve satışı yapacak kimse yok. Biraz imkansızlıktan, dükkan da ana caddede değil, ara sokak ta.

İki ihtiyaç karşılaştı ve ben o sezon, dükkanın ilk işletmecisi oldum.

Ana caddeden geçmeyen turist yok. Ana cadde kocaman halı-kilim mağazaları ile dolu. Doğal olarak bizim dükkana gelinceye kadar, halı veya kilim almayan kimse yok.

Müşterilerin dikkatini çekecek bir şeyler yapmam lazımdı.

Yan mağazada halı-kilim tamiri yapan bir işletme vardı. Bazen orada çalışan çocuklardan bir tanesini kapının önüne oturtup, sokaktan geçen turistlerin ilgisini çeker, önce halı-kilim tamir etmeyi öğretir, denetir, sonra da mutlaka bir halı veya kilim satardım.

O günün şartlarında çok satış yaptım ve çok para kazandım. (Bu arada benim celbi o dönem askere almadılar.)

Satış/Pazarlama güzel iştir.

Sadece sizin o anki yüksek “satmak isteme” motivasyonunuz yetmez. Ürün iyi olmalıdır. Fiyat/ürünkalitesi makul olmalıdır. Müşterinin de “alma motivasyonu” olmalıdır. Ve de hiç kimse bir diğerine benzemez. Her müşteri için ayrı bir strateji uygulamalısınız.

2000 yılında Agf Garanti Sigorta da Satış ve Pazarlama sorumluluğunu alınca, bu konuda ki akademik açığımı kapatayım diye, Boğaziçi Üniversitesi hocalarından bir tanesinden bire bir pazarlama ve yurt dışında 10 günlük satış eğitimi aldım.

Öğrendim ki yukarıda pratik olarak yaşadığım her olayın, satış/pazarlama da terminolojisi var.

Yoksa markette, niye sucuk mangal yapıp size ikram ediyorlar ki?

Caferağa Medresesi

İstanbul’un en huzurlu mekanlarından bir tanesi diye sizlere önereceğim bir mekan var.  Caferağa Medresesi. (Yanlış izlemediysem Anadolu Sigorta’nın “Bir Usta, Bin Usta” reklam filmi de orada çekilmiş.)

Yolunuz Topkapı Sarayı, Ayasofya veya Sultanahmet Meydanına düşerse ve kalabalıktan bir nebze uzaklaşayım, sakin bir yerde soluklanayım isterseniz, gidebileceğiniz en iyi adrestir.

Ayasofya’nın girişini karşınıza aldığınızda, soldaki dar yoldan 100 metre kadar ilerlerseniz, solda aşağıya doğru uzanan, dar bir sokak ve sokağın sonunda da, Caferağa Medresesinin giriş kapısını göreceksiniz.

Kanuni döneminde (1520-1566) Babüssaade ağalarından Cafer Ağa tarafından, Mimar Sinan’a yaptırılmış (1559) çok hoş geniş bir avlu ve avlunun 4 yanında yer alan küçük küçük odalar göreceksiniz. Bu odalarda Ebru, hat sanatı ve musiki gibi geleneksel sanatlara ilişkin eğitim atölyeleri var.

Avluda ise ahşap masalarla servis veren bir çay-kahve alanı yer alıyor.

En güzel kısmı, sakin ve içinizi bir huzur kaplayarak oturup çayınızı yudumlarken, atölyelerden birisinin önünde birden bire beliren bir kısım insan ellerinde enstrümanları ile Klasik Türk Müziği eserleri sergilemeye başlıyorlar.

Sonra mini konser bitiyor ve sanatçılar geldikleri gibi sessiz ve ani şekilde gidiyorlar.

Bir hafta sonu sadece kitap okumaya ve çay içmeye bile gidin diye öneririm, heleki meydanın kalabalığından bunaldığınızda mutlaka uğrayın.