Çözelim Şu Güven Sorununu

Bir söz vardır, “Alacağı ürünün kalitesi hakkında yeterince uzmanlığı olmayanlar, kaliteli ürünü seçme işini markalara bırakırlar ve marka almayı tercih ederler.” diye.

İyi bir markadan alış veriş yaptığınızda bilirsiniz ki; o marka sizin alacağınız ürünün imalatından vitrine konulmasına kadar süreci sizin adınıza denetlemiş ve markası altında vaad ettiği taahhütlere uygun üretim yapmış ve sizlere sunmuştur.

O markayı satın aldığınızda şu güveni hissedersiniz: Ürünün kullanımı sırasında, ürün hatasından dolayı sorun yaşarsanız o ürünü gerekirse hemen değiştirilecektir.

Sırf bu güveni vermek amacıyla; bazı market zincirleri “tüketici hakları” beyanları, bazı tekstil firmaları ve otomobil distribütörleri “Koşulsuz Müşteri Memnuniyeti beyanları” yayınlıyorlar.

Örnekler:

Gıdada:

Müşteri Hakları adı altında, İade Hakkı, Promosyon Fiyatına Ürün Hakkı, Taze Ürün Alma Hakkı, Sigorta Hakkı, Düşük Olan Fiyatı Ödeme Hakkı, Denetlenmiş Ürün Alma Hakkı vb. gibi haklar sıralanmaktadır.

Tekstilde:

-Eve döndüğünüzde satın aldığınız ürünlerin rengi, modeli içinize mi sinmedi? Ya da aldığınız ürünün yerine başka bir ürün mü almak istiyorsunuz?

-Kullanılmamış ve tadilat yapılmamış ürünleri, dilediğiniz mağazamızdan en geç 30 gün içerisinde faturanızla birlikte değiştirebilir veya iade edebilirsiniz.

-Ürününüzü başka bir ürünle değiştirmek istediğinizde;ürününüzü, fiyatı aynı olan her ürünle değiştirebilirsiniz.

Otomobilde:

-Müşteri memnuniyetini sağlamak, görev alanında olmasa dahi, tüm çalışanların birinci önceliğidir.

-Müşteri lehine bile olsa, müşteri bilgisi ve onayı olmaksızın bir işlem yapılamaz.

-Şirket lehine olsa bile, müşteriye eksik ya da yanlış bilgi verilmez.

-Müşterinin kişisel bilgileri  ya da aracı ile ilgili herhangi bir bilgi ya da belge müşterinin onayı olmadan ikinci bir şahsa ya da firmaya verilemez

-Müşteri ile kurulan ilişki, bir firma-müşteri ilişkisidir. Müşterinin tanıdık, eş, akraba veya sürekli bir müşteri olması, çalışanın davranış şeklini değiştirmez.

vb. gibi.

Measure loyalty in low-engagement markets

Peki sigortaya, sigorta şirketlerine tüketicinin güven duygusunu artırmaya dönük kurumsal olarak neler yapılıyor?

Sigorta şirketleri nihai tüketicisine, müşterisine güveni artıracak ne gibi mesajlar veriyor?

Güven konusunda, iki taraflı ve yanlış bir algı yerleşmiş.

Sigorta şirketleri; “Acaba hasarda suiistimal var mı?” diye düşünürken, (Poliçe değil müşteriyi izleyenler hariç)

Sıradan vatandaş, “Eğer bir hasarım olursa bu şirketten hasarımı zamanında ve tam olarak alabilir miyim?” kaygısında.

Bu nedenle de sigorta şirketinin marka vaadi ona yetmiyor. Tanıdık birisi olsun. Bu acente tanıdığım, şu şirkette arkadaşım çalışıyor, diyerek subjektif kriterlere göre seçimlerine yön veriyor.

Oysa sigorta sektörü de bütün olarak veya firma-firma hizmet standartlarını, müşteri haklarını, müşteri memnuniyetini sağlamak için neler vaad ettiğini açıklamalı mı?

Sigortacılığın geleceğini, “kurumsal ve ticari segmentten çok”, “bireysel ve KOBİ’lerde gören firmaların” bu mesajı vermesi elzemdir ve ancak o zaman müşteri  sigorta şirketini seçecektir. Dost, arkadaş, kardeş, akrabaları değil.

Türkiye-Avrupa Karşılaştırmalı Prim Üretim Rakamları

Avrupa ülkelerindeki sigorta üretimleri ile Türkiye deki sigorta üretimini karşılaştırmak istedim.

Kaynak olarak Avrupa Sigorta ve Reasürans Şirketleri Federasyonu  (CEA) tarafından yayınlanan Avrupa Sigortacılığı Eylül 2011 rakamlarını  aldım.

Aşağıdaki tabolda; 2010 sonunda 32 Avrupa ülkesinde EUR cinsinden, Hayat, Hayat Dışı ve Sağlık sigorta üretim rakamları var.

Sol tarafta ülke rumuzlarının yanında yer alan rakamlar ise; 2010 yılı Prim üretim rakamları.

Yeri gelmişken belirtmeliyim ki; Gelişmiş Ekonomilerde Hayat üretimi, Hayat Dışı Sigorta üretiminden daha fazla olduğu halde, Türkiye de henüz bu durum tersidir.

Tabloda mavi renk Hayat üretimini, kırmızı renk Hayat Dışı prim üretimini (Yangın,  Oto Kaza ve Kaza), yeşil renk ise Sağlık branşı prim üretimini temsil ediyor.

Bana çarpıcı gelen bazı rakamların da altını çizmek istedim.

-İngiltere de 2010 yılında üretilen prim rakamı 209 milyar EUR iken, Türkiye de 7.1 milyar EUR.

-Tablodaki sıralamada Türkiye’ye gelinceye kadar, ülkelerin Hayat üretimi, Hayat Dışı üretimden daha fazla.

-Sadece Hollanda da Sağlık branşından elde edilen prim rakamı hem hayat, hem de hayat dışı prim üretiminden daha fazla.

-Nüfusu 9-10 mio kişi olan Yunanistan’ın ürettiği toplam prim rakamı 5.2 milyar EUR iken, Türkiye 7.1 milyar EUR da kalmış.

Türkiye açısından bardağın dolu tarafı ise; geçtiğimiz 5 yılda olduğu gibi, sonraki 5 yılda da 2010 prim rakamının iki katına ulaşması beklenmekte. Ve hatta, 10 yıl sonra 2010 yılı üretiminin üç katı büyüklüğe ulaşacak.

Ancak görünen o ki; üç katlık bir büyümeye ulaştığında dahi İngiltere, Fransa ve Almanya’ya kıyasla gidilecek en az 10 katlık yol daha olacak…

Belki de, beklentilerden bile daha hızlı büyür sektör.

Neden olmasın?

Sigorta İletişiminde Farklılık

Bugünkü yazım ile, internet üzerinden sigorta ürünleri satan yurt dışı şirketlerin kullandıkları “esprili” iletişim yöntemleri hakkında birkaç örnek vermek ve bu vesile ile de sizlerin haftaya neşeli başlamanızı, amaçladım.

Son yıllarda, başta İngiltere olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi ve ABD de,  sigorta şirketleri ve “Aggregater” denilen sigorta aracılarının “on-line sigorta satışlarına” ilişkin TV reklamları, belki de tüm diğer finansal şirket reklamlarından daha fazla yoğunluk ve sıklıkta,  ulusal kanallarda dönüyor.

Ve de genellikle, Sigorta Şirketleri/Aggregater firmaları  iletişim faaliyetlerini  esprili (humor) mesajlar üzerine kurgulamışlar.

Örnek:

1- ABD’nin  üçüncü en büyük özel araç sigortacısı, oto sigortalarında 10 milyon poliçe adedine ulaşmış Geico; bir sigorta şirketi olarak yarattığı çizgi karakter ile iletişimini yapıyor. Bu karakterin ismi Gecko.

(“Gecko” sözlük tanımına göre, sıcak memleketlere mahsus ufak bir kertenkele türü.)

Sevimli yüzlü bu kertenkele karakteri, ülkede o denli ünlü olmuş ki, sadece Geico Sigorta Şirketi’nin reklam maskotu değil, aynı zamanda oyuncakları da yapılarak satılan neredeyse ulusal bir “film yıldızı” haline gelmiş.

Product Details

Tanıtım filimlerinden bir tanesini seyretmek isterseniz aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz.

Geico

2- İngiltere de faaliyette bulunan “Compare The Market” firması, “çok basit bir on-line form doldurulmak suretiyle, müşterilerine en iyi sigorta ürünlerine ait fiyat tekliflerini sunma” iddiası ile yola çıkmış bir şirket.

www.comparethemarket.com  (Pazar Karşılaştır)  isimli web sayfaları aracılığı ile faaliyetlerini sürdürürlerken, ingilizce “Market” kelimesi yerine “Meerkat” kelimesinden yola çıkarak “The Meerkat” isimli sevimli karakterler yaratmışlar.

                                                                   

(“Meerkat” sözlük tanımı: Mirketler,  30 cm boylarında, koloni halinde yaşayan, Afrika’ya özgü etobur memeli hayvanlar.Kolonileri 15 kadar hayvandan oluşur, aralarında iş bölümü yaparlar ve yuvalarının güvenliğini sağlamak için etrafı gözetleme, düşmanlarını kollama görevlerini sırayla paylaşırlar.)

“Pazar Karşılaştır” (compare the market) anlamına gelen orjinal şirket isimlerini, “Mirket Karşılaştır” (compare the meerkat)  şeklinde çevirerek işin içerisine espri katmışlar.

Bu karakterlerin yer aldığı reklam ve iletişimde pek çok esprili dil kullanılıyor ve başta paylaşım siteleri olmak üzere pek çok mecrada ayrı ayrı konularda çekilmiş filmleri dönüyor.

“Simples” adıyla adlandırılan, The Meerkat’lerin rol aldıkları filimlerde kullandıkları en temel vurguları, neredeyse her kelimenin sonuna; ingilizce’de kelimeleri çoğul haline getirmekte kullanılan, “s” harfi ekliyorlar.

Bu örnekler sadece iki adetle sınırlı değil. Bu ve benzeri karakterler ve rol aldıkları tanıtım mecralarına bakınca, söz konusu şirketlerin sattıkları ürünlerin, sigorta poliçesi olduğuna inanabiliyor musunuz?

Sigortacılığın İletişim Dili Değişmeli

İki gündür sigorta sektörü üst yönetimleri ile gerçekleştirdiğimiz toplantılar esnasında, sigorta sektörünün tanıtımında bir “lisan değişimi yapılmalı mı?” konularını da konuşma fırsatımız oldu.

Malum, bizim işimiz genellikle olumsuz olayların meydana gelmesi sonucu ortaya çıkabilecek kayıpların giderilmesi üzerine kurgulu.

Biraz işin doğası, biraz da iletişim firmalarının iş alanımızı yüzeysel tanımaları ve/veya bizim yeterince iyi anlatamamamız ya da onlardan beklentilerimizi yanlış aktardığımız için,  yapılan iletişimde yüzümüz hep karamsar ve kötü olaylarla birlikte anılıyor.

Deprem oluyor, kaza oluyor, sel oluyor,  birisi vefat ediyor ve sigortadan bahsediliyor vb. gibi.

Ben hatırlıyorum. Ne zaman Ajanstan “yeni bir konsept istesek” bize, “Yara Bandı” geliyordu. Ya biz anlatamıyorduk ya da, sigorta algısı Ajansta bile bu kadarla sınırlı idi.

Oysa, zaten yoğun yaşam stresinin içerisindeki insanlara hizmet veren kurumların mesajları farklılaştı. Daha yaşama dair, duygulara hitap eden, eğlenceli iletişime dönüldü. Bakın telekomünikasyon firmalarının reklamlarına, bakın Bankacılık sektörünün reklamlarına.

Aslında, sigortacılık alanında da iletişimin biraz daha ürüne, hizmete odaklandırılıp, mesajın biraz daha sıcak bir şekilde verilmesinde fayda var. Ki sigortacılık denildiğinde, müşterilerin zihninde canlanacak algı daha pozitif olsun.

Korku, endişe üzerine kurgulu bir algıdansa, pozitif algı her zaman daha fazla iş yapar. En azından daha uzun soluklu olur. Çünkü korkuya dayalı sigorta talebi, belirli bir olayın gerçekleşmesinden sonra yoğunlaşıp, söz konusu olay gündemden düştüğü anda sona eriyor ki ülkemizde gündemler çok çabuk eskiyor.

Ancak, iletişimde verilecek pozitif mesajlarla etki daha da büyür ve sigorta tabana yayılabilir.

Hele ki sosyal medyada tanıtım denilince, işin içine daha da fazla “humor” (Neşeli, eğlenceli) beklentisi  giriyor. Bu nedenledir ki, Çoktan Seçmeli Sigorta Konsepti ile sosyal medyada paylaştığımız 3 adet filmimiz, yaklaşık bir aylık sürede  kadar 650.000 kişiye ulaştı. (Videolar)

 

 

Kızıl Vadi’nin Bekçisi

50-55 yaşlarında, saçları dökülmüş, dişleri seyrekleşmiş, zayıf bir adama görev verilmiş: Bu kapıdan geçen herkesten giriş parası alacaksın.

Kendi kulubesinin ve büyük bir boşluğun kralı hissinde, bir kulube ve bir de “el ile açılan Güvenlik Bar’ ı”.

Giriş ve çıkışta metrelerce, belki kilometrelerce boşluk ve bilet kesen yanlız bir adam.

 …

2003 ve 2004 arası. Ürgüp’ün 5 km ötesinde, Kızıl Vadi adında bir vadi var. En önemli özelliği, gün batarken Güneş öyle bir şekil alıyor ki, Kocaman bir Portakal. Başka bir gezegen görüntüsü ile yavaş yavaş batıyor. Battığı yer volkanik oluşumlardan meydana gelmiş Peri Bacaları ve o bölgedekilerin yüzeyi “Kırmızı” renk.

Akşamları, Peri Bacalarından oluşan bir vadinin arkasından batan Güneş ve Kırmızı toprak nasıl bir görüntü verir?

Kapatın gözlerinizi ve hayal edin.

Gün batımını seyrederken,  güzel bir Kapadokya Kırmızı Şarabını yudumladığınızı da hayalinize ekleyin.

Orada yaşadığım 1.5 yıl aşağı yukarı her gün, Golden Retriever köpeğim ile, Kızıl Çukur a gezmeye gidiyorduk. Benim doğa olarak “Huzur’u en çok bulduğum yer” olduğu için ve Golden’ın doğada rahatsız edilmeden koşabildiği, tarla farelerinin yuvalarını eşeleyebildiği yer olduğu için.

Bekçisi ile orada tanıştık. Ortahisar Belediyesinde işçi olarak çalışıyordu. Gide gele ahbap olduk.

Antenli ve pille çalışan ancak, sadece TRT’nin bir kanalını, o da hışırtıyla çeken eski bir radyosu vardı. Nedense hep “TRT Haber bültenleri” yayında olurdu. Ya da ben onları hatırlıyorum

Her sabah bizim geleceğimiz saatte, mavi renk piknik tüpünün üzerinde alüminyum demliğinde çay demlerdi. Tek odalı Bekçi Kulubesinin dışındaki muslukta yıkanmış ve üzerinde bölgenin kireçli suyunun lekeleri duran, ince belli bardakları ile çay hazırlar ve bana “ev, kahvehane ve sadece kendisinin yaşadığı kulubesinden oluşan” Dünyasında yaşadıklarını uzun uzun anlatmayı severdi.

Benden başka oraya gelen, onunla zaman geçiren yoktu ki.

Tur otobüsleri gelir, bilet paralarını öder, el ile çalışan geçiş Bar’ı kaldırılır ve otobüse geçiş izni verirdi. Sabah’ın 7.30’undan, günün Batışına kadar.

Taze demlenmiş çay kokusu ile “Hoş geldin Ertuğrul Bey, Dün yoktunuz” diye seslenmesini bugün gibi, iyi hatırlıyorum.

Bir gün gitmeyişimiz etkiliyordu onu. Oysa sadece bir çay içimi ve en fazla 30 dakika kalıyorduk orada.

Onun yalnızlık, benim huzur bulduğum o giriş kapısında….

Biraz da İnternet Dünyası

Yeni girişimimiz nedeniyle, artık sadece sigorta sektörünü değil, İnternet Dünya’sı istatistiklerini de yakından takip etmeye başladık.

Orası, bambaşka bir Dünya ve benim bildiğim Türkiye’de başka hiçbir sektör bu hızla büyümüyor

Dün, bu dünyaya ilişkin eğitimini tamamlayan kişilerin bilgileri;  bugün yeni bir versiyon-sürüm nedeniyle güncelliğini yitirebiliyor. Ve de internet hayatımızın her alanına çok hızla giriyor

Karşılaştırma mı istiyorsunuz?

Örneğin; En hızlı büyümesi beklenen sektörlerden Sigorta Sektörü’nde, 2006 yılı ile 2010 yılı arasında Hayat Dışı Prim üretiminde   %48’lik bir büyüme söz konusu iken; aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, Türkiye de internet kullanıcı sayısı aynı dönemde %242 artıyor.

 


 
Bir başka örnek:  Türkiye de Ocak 2011 de 875.297 kişi on-line alışveriş yaparken, Haziran 2011 de 2.5 mio kişi alışveriş yapmış.

Bazen, “online alışverişlerde kredi kartı kullanımına dikkat” gibi artık “çağdışı” kalmış görüşler okuyor ve gülümsüyorum.

Dünya oraya giderken, insanlara “Nasıl daha güvenli online alışveriş yapacaklarını anlatmak ve gereken alt yapının kurulmasına odaklanmak”  yerine; “online alışverişte kredi kartı kullanmayın” açıklaması yapmak, bu sektörün hızlı devinimine ve insanların alışveriş alışkanlıklarındaki hızlı gelişmeye ayak uyduramama sancısıdır.

Peki, sigortacılık ile internet dünyasını buluşturmada, müşteri açısından en büyük avantaj nedir? Hele ki, Dünya da böylesi bir ekonomik kriz yaşanırken.

Müşteri artık  özellikle standartlaşmış ürün ve hizmetler arasından; “en ucuz ürün”, “en ucuz hizmet” i arıyor. Ve internet dünyası bunun için bulunmaz ortamlar sağlıyor. Ev, araba, elbise, ayakkabı, seyahat, okul ve hatta eş, her şeyin ama her şeyin karşılaştırılarak sunulduğu siteler ortaya çıktı.

Elbette, Sigorta Poliçesi alırken de insanlar karşılaştırma yapmak istiyorlar. Özellikle de, Şirketler arasında içerik ve sunulan hizmet açısından “aynılaşmış”  kasko poliçeleri arasından.

Çünkü kasko primleri bütçelerde önemli yer tutuyor. Müşteri de  haklı olarak “en ucuz kasko” yu arıyor.

Google’da her ay yüzbinlerce  kişinin “kasko” ve on binlerce kişinin de “en ucuz kasko” kelimeleriyle arama yaptığını biliyor muydunuz?

Bulmanın en iyi yolu da, online karşılaştırma yapmak.

Hazır yeri gelmişken, insanların aklına takılan bir konuyu da aydınlatmak gerekiyor.

-Sigorta Şirketleri kasko ürünlerinin fiyatlamasını yaparken kendi geçmiş hasar istatistiklerini kullanırlar. Bu nedenledir ki, bir Şirket bir marka araçta ucuzken, başka bir marka araçta pahalı olabilir. Yani ucuz Sigorta Şirketi yoktur, gerçekten de “en ucuz kasko” teklifi vardır.

 

USD Bazında Hayat Dışı Sigortacılık Gelişimi

TSRSB verilerinden aldığım, Türk Sigorta Sektörü Hayat Dışı Sigortacılık Prim üretim rakamlarını, TCMB yıllık ağırlıklı ortalama Döviz Satış kurundan ABD Dolar’ına çevirdim.

2011 yılı için hem üretim, hem de kur olarak ilk 9 aylık verileri kullandım.

Ortaya USD bazında yıllık sektör gelişimi rakamları çıktı.

Gelişmiş ülkelerde, USD bazında prim üretimlerinde %0.5 ile %1.5 ‘luk küçülmeler yaşanırken, ülkemizdeki USD bazında çift haneli prim büyümesi; “Neden Global Sigorta Şirketleri  Türkiye’ye yatırıma geliyor?” sorusuna verilebilecek en güzel cevaptır.

Birinci Öncelik

Şöyle bir düşününce, sigorta sektöründe pek çok taraf ve oyuncu var ve hepside gelirlerini bir şekilde sigorta şirketinden elde ediyorlar.

Dağıtım Kanalı (Acente, Broker, Banka), Eksper, Anlaşmalı Servisler, İnceleme/Araştırma Büroları, Reasürörler, Outsource Hizmet veren firmalar (Hasar veya Rücu yönetimi gibi), Asistans firmaları, Hukuk Büroları, Danışmanlar, sigorta iletişim mecraları vb. gibi.

Sigorta Şirketi de bütün bu ödemelerin gelirini,  “poliçe primi ile”  müşteriden yaratmaktadır.

O zaman, Müşteri kimin müşterisidir? sorusunun cevabı da otomatik olarak ortaya çıkıyor. Müşteri, Sigorta Şirketi’nin müşterisidir. Diğer tüm taraflar, Sigorta Şirketi ile Müşteriyi bir araya getiren veya hizmeti tamamlayan oyunculardır.

Bu soruya doğru cevap bulabilmek bile, çok önemli stratejik sonuçlara yol açmaktadır. “Müşteri, Sigorta Şirketi’nin müşterisidir” ve tüm ilişkinin bu temel üstüne kurgulanması tarafların ve özellikle de sigorta şirketinin bu bilinçle hizmet sunması gereklidir.

Müşteri memnuniyeti sağlamak sigorta şirketinin görevidir. Memnun müşteri sigorta şirketi ile çalışmaya devam edecektir.

Yeni müşteri bulmak ile mevcut müşteriyi sistemde tutmak arasında da yaklaşık %30’luk maliyet farkı vardır. Yeni bir müşteriyi sisteme almak 100 TL maliyet yaratıyorsa, mevcut müşteriyi içeride tutmak yaklaşık 70 TL’lık bir maliyet yaratmaktadır.

Sigorta şirketinin maliyet avantajı yaratmak hedefiyle de paralel, yenileme işlere ağırlık vermesi ve kurgusunu bunun üzerine yapması kendi avantajınadır.

Orta ve uzun vadede; özellikle bireysel müşterileri kendisine hedef belirleyen şirketlerin bu bilinçle hareket ederek, diğer sigorta oyuncularının memnuniyetinden ziyade, müşteri memnuniyetini ön plana almaları gerektiği açıktır. Tanıtımdan, teşvik’e, hizmet ağından, çalışılacak outsource firmalara, tüm seçimlerde “müşteriye/müşterisine” odaklanan şirketler kazanacaktır.

2011 Sonu Prim Üretim Tahmini

Aşağıdaki tabloda; TSRSB verilerinden hareket ederek; geçtiğimiz 7 yılda, son çeyrek prim üretimi rakamlarının, yıl sonu toplam prim üretimi rakamlarına oranlarını çıkarttım.

Görünen o ki; bu oran yıllara göre % %25.3 ile %28.4 arasında değişiyor.  2010 yılında ise %27.4 olarak gerçekleşmiş.

Bu oranlara bakıldığında, “üretimin yılın son çeyreğinde yoğunlaştığı” efsanesinin “sektör geneli” için “çok da gerçek olmadığı” ortaya çıkıyor.

2011 yılının ilk 9 aylık prim üretimini baz alarak, son çeyrekte de 2010 ile aynı oranda (%27.4) üretim olacağı öngörüsünde bulunursak;

2011 yıl sonu Türkiye Hayat Dışı Sigorta Prim üretim rakamı tahmini 14.490.064.103 TL olacaktır, diyebilir miyiz?

Sir (Sör)

2001 yılında Niğde de, aralarında Akın Öngör’ün de bulunduğu bir grup yönetici; “Akşam yemeğini Ürgüp’te Şömine Restaurant’ta yemekten” bahsedince; bir Ürgüp’lü olarak, o restaurant’ı bilmediğim için üzülmüş ama böylesine bilinen, tanınan bir mekanın, memleketimde olması nedeniyle de gururlanmıştım.

2004 yılında tanıdım sahibini. Herkes ona “Sir” diyordu. Az konuşan, sürekli mekanın önünde, açık havada oturup, gazete okuyan, gözlüklü, yanakları al al bir adam.

Sonradan öğrendim hikayesini:

Aslen Urfa’lı ama herkes ona Sir diyor. Niye mi?

1977 yılında İngiltere’ye gitmiş, 14 sene İngiltere’nin farklı bölge ve şehirlerinde işletmecilik yapmış, 1991 yılında  Türkiye ye geri dönmüş, bir grup arkadaşı ile Ürgüp’te Şömine isimli bir restaurant’a ortak olmuş ve zaman içinde de tek sahibi haline gelmiş ve  farklı yaşam tarzı ile kazanmıştı “Sir” lakabını.

Bölgenin renkli simalarından bir tanesi.

Araba kullanmaz. Ürgüp dışında, başka yerleşimin olmadığı bir arazide, şehir merkezinden 3-4 km dışarıda bir kulübe de kalır. Her gün, gece-gündüz demez ve üşenmez, kulübeye kadar yürür ve ağaç evinde geceler.

O kulübe etrafında sebze ve üzüm yetiştirir.

Farklı, farklı bir çok hayvan besler. Kuzular, inekler, kazlar, tavuklar, köpekler, kediler…

2004 yılında, ayda bir-iki defa birlikte kaybolan ineklerini aradığımız olmuştur. Serbest gezerler, akşam çiftlik evine dönmeleri beklenir. Bazen kaybolur, gecikir, eve dönemezler. Haydi, inekler aranmaya başlanır…

Her seferinde de  ya biz, ya Jandarma, ya da başka kişiler tarafından bulunurlar. Herkes te bilir ki; “Onlar Sir’e aittir, bulan telefon eder.”

İneklerin doğada gecelemek durumunda kaldıklarında, kuytu bir köşeye sinip beklediklerini orada öğrendim.

Yine o kulübe sayesinde;

Sürekli olarak kazların yavrularını midesine indiren bir yılanın, içinde süt olan bidon aracılığı ile yakalandığını,

Kars’tan büyük umutlarla getirilen 100 e yakın koyun’un iklimi sevmedikleri için telef olmalarını,

Her sene başka kangal cinsi köpeğin yetişkinliğe ulaşınca doğaya karışıp, nasıl geri gelmediğini,

gördüm, öğrendim.

Ama sanmayın ki dağın başındaki bu kulübe hep boş kalır. Türkiye’nin her yanından,  sürekli ziyaretçileri vardır. Kimi doğa özlemini giderir, kimi Sir’ün hoş sohbetine gelir. 

2009 yılında birlikte, İngiltere ye gezmeye gittik. İngiltere sınırını geçtik. Bizim “Sir” gitti, bambaşka bir adam geldi. Az konuşan ve genelde ciddi görüntülü adam gitti. Sürekli gülümseyen ve konuşkan başka bir adam geldi.

Ciddi görüntülü Sir’ün, İngiltere’de de bir lakabının olduğunu ve lakabının sürekli gülümsediği için “Smile (y)”  olduğunu şaşkınlıkla öğrendim.

Sir, şimdi de Asia Minor Hotel adında bir otel açmış. Ürgüp ün merkezinde 8 odalı.  Nasıl mı olmuş? Bence o da yakın zamanda, Şömine gibi, Ürgüp’ün simgelerinden birisi haline gelecek…