İş Fikri, Ekip, Sermaye = Girişimcilik

Son dönemde sadece Türkiye’de değil, tüm Dünya’da “Girişimciliğin Desteklenmesine” dönük yoğun bir söylem var.

Girişimcilik için, öncelikle ticari bir fikir, bu fikri hayata geçirecek ekip ve de sermaye ihtiyacı var.

İyi bir ekip ve ticari fikrin varlığını kabul ettiğimizde,  girişimcilerin Türkiye’de en büyük sıkıntısı gerekli “Sermaye’ye ulaşabilmek.”

Dünya ve Türkiye de “Girişim Sermayesi” sağlayan bir kaç yapı var.

Yapılardan Bir tanesi: Private Equity Firmaları

Genellikle start-up (başlangıç) sürecini tamamlamış firmalara fon sağlayarak, büyümeyi hızlandırıyor ve belirli bir dönem sonunda da hisselerini veya mümkünse tüm şirketi satıyor ve o işten çıkış (exit) yapıyorlar.

Türkiye’de, Private Equity firmaları genellikle 100.000 TL- 200.000 TL bandındaki görece küçük ölçekli yatırımlar ve  EUR 5 mio ve üstü yatırımlar ile ilgileniyorlar. İçinde “çıkış” planı olmayan iş planları ile genellikle ilgilenmiyorlar.

Diğer bir Sermaye sağlayıcı kurum: “Melek Yatırımcılar” (Angel Investor).

İnandıkları iş fikirlerine ve/veya ekibe yatırım yapıyorlar.  İş hacmi belirli bir büyüklüğe ulaşınca, ya bir Private Equity, ya da bir stratejik ortakla (Aynı iş kolu veya sektörde iş yapan daha büyük oyuncular) hisse devri ile yer değiştiriyorlar.

Melek Yatırımcı (Angel Investor) bulmak için artı değer üretebilen, karlı sektörlere, bu sektörlerin sermayedarlarına bakmakta fayda var.

Şu sıralarda; artı değer üretebilen, fon biriktirebilen sektörlerden bir tanesi inşaat sektörü. 1980’lerin ortalarından itibaren bir dönem, bu rol tekstil sektöründe idi.

Not: Hükümet tarafından internet yatırımları ve yatırımclarını desteklemeye dönük bir hazırlık yapılıyormuş. İnternet işine yatırım yapan yatırımcılar, 5 yıl süre ile bu yatırımlarından elde ettikleri gelirlerden vergi muafiyetine tabi olacakları gibi, aynı zamanda bu yatırım giderlerini diğer işlerinin vergisinden de düşebileceklermiş ki bu düzenlemenin yürürlüğe girmesi ile Melek Yatırımcılık ve Yatırım Fonlarının Türkiye pazarındaki etkinliği daha da gelişecektir.

Sen En İyisi Girişimci Ol Oğlum

Geçtiğimiz günlerde, 7 yaşındaki oğlum, “Ben büyüyünce sigortacı olacağım” dediğinde hem şaşırdım, hem de  çocukluğuma geri döndüm.

Çocuk neyi biliyorsa, görüyorsa, büyüyünce o mesleği yapmayı hedefliyor.

Babam askerdi. Bütün yakın çevremiz asker ailesiydi. Günlük yaşantımızda başka meslek sahiplerini görme imkanlarımız kısıtlıydı.

Ben de hep asker olmayı hedeflemiştim.

Bütün eğitim hayatımı  Harp Okulu’na gitmek üzerine planladım.

Lise 2. sınıfta ailede ilk defa gözlük takan kişi olunca umudumun bir kısmı gitti; gene de pes etmedim bir umut girdim sınava.

Yazılı sınavı kazandım.

Göz muayenesinde, beklendiği gibi elendim.

Birden, vizyonsuz kaldım.

Ne olacaktım ben?

Babam gibi asker olamadım ama, yaklaşık 22 sene onun gibi maaşlı profesyonel olarak, çalıştım.

Son, bir senedir ise “girişimcilik” yapıyorum.

Şimdiki aklım, vizyonum olsaydı en başından girişimci olurdum. Neden mi?

Çünkü; başarıya ulaşmanın amatör heyecanı için, profesyonellikten çok daha fazla çaba harcatıyor.

Gece rahat uyutmuyor.

Tatil planı yaptırmıyor.

Akşam mesaiden çıkartmıyor.

Sabah koşarak işe getiriyor.

Yarını belirsiz kılıyor.

Güzel mi? Süper.

Heyecanlı mı? Hem de nasıl.

Sen en iyisi Girişimci Ol Oğlum.

 

Karsızlığın Çözümünü Yanlış Yerde Aramayalım

Sigorta Sektörü’nde karsızlık problemi var.

Sıkıntı uzun bir dönemdir yaşanıyor ve temel olarak motor ve sağlık branşlarından kaynaklanıyor.

Tüm oyuncular bu probleme kendilerince çözümler geliştiriyorlar.

Kimi; fiyatlama politikalarını değiştiriyor, yeni modellemeler yapıyor, işi alırken seçiyor,

Kimi; karsız bulduğu branşlardan çıkıyor; daha spesifik branşlara-ürünlere yöneliyor,

Kimi; daha verimli olduğu düşünülen dağıtım kanallarına yöneliyor,

Kimi; hasar yönetiminde daha etkin yöntemler arıyor.

Her bir method başarıya ulaşabilir. Fakat,  karsızlık  ile mücadelede yapılabilecek en büyük hata; Hasar anında sigortalıya (müşteriye) verilen, hizmetten tasarruf yapmaya çalışmaktır.

Elbette hasar süreçlerinde maksimum verimlilik sağlanmalıdır, ancak; hasardan tasarruf edilmeye çalışılmamalıdır.

Sigortacılık, sigortaya konu değerin hasarlanması durumunda,  hasar anından bir dakika önceki değerine geri döndürme faaliyetidir ki, bu esastan hiçbir uygulama ile taviz verilmemelidir.

Genellikle, karsızlık sorununu makro stratejiler ile çözemeyen yönetimlerin son bir kurtuluş olarak başvurdukları yöntem; Hasardan Kazanmaya çalışmaktır.

Sigorta şirketlerinin  hizmet kalitesinde taviz vermeye başladıkları an, sigorta sektörünün imajında yaralanma derinleşmektedir.

Hele  bugün var olan sosyal paylaşım imkanlarıyla, tek bir mutsuz sigorta müşterisi, binlerce kişiyi etkileyebilmektedir.

Tanımadığınız bir markadan gelen reklam-tanıtım mesajı ile ilgili olarak, ilk önce “o marka hakkındaki şikayetlerin” google da aranıyor olması, marka ürün hizmet algısının nasıl oluştuğuna en iyi örnektir.

Yönetimler olarak küçük resme takılmayalım, büyük resimlerden hareket ile çözümler arayalım.

Ana Sayfamız Değişti

www.sigortadukkanim.com ‘da değişiklikler yenilikler hiç bitmiyor. Sürekli daha iyi ne yapabiliriz diye bakıyoruz.

Ana sayfamızdaki görselleri biraz daha küçültüp, sayfa açılışında tüm hizmetlerimiz bir bakışta  görülsün istedik.

Ama asıl yenilik sağ üst kısımda yerleştirdiğimiz alanda,

Müşterilerimizin www.sigortadukkanim.com aracılığı ile aldıkları kasko tekliflerinde bizi seçerek ne kadar tasarruf ettiklerini güncel/anlık olarak göstermeye karar verdik.

İş modeli olarak asıl amaçlarımızdan bir tanesi  de müşterilerimize, en iyi sigorta şirketlerinin ürünlerini  en uygun fiyatlar ile sunmak.

 
İşte yeni panomuzda bu faydamızı somutlaştırıyoruz. Sigortadukkanim.com ile alınan kasko tekliflerinde ne kadar kazancınız olduğunu izleyebilirsiniz.

Okumanın Lezzeti

Oldum olası, tarihe hep meraklıydım.

Türkiye’de alınabilecek en doyurucu tarih eğitimlerinden bir tanesini aldığımı da düşünüyordum.

Ne zamanki yurt dışı gezilerinde, özellikle müze ziyaretlerinde, Osmanlı tarihine dair farklı bakış açıları ile karşılaşmaya başladım; bazı konulardaki bilgimin eksikliğini ve bitaraflılığını hissettim.

Tarih, ne kadar objektif yazılırsa yazılsın, hep kaleme alanların gözü ile sunuluyor. Tarih içerisinde yer alan farklı tarafların da görüşlerini bilmek, öğrenmek çok önemli hale geliyor.

Gezmeyi seven bir arkadaşımın önerisi ile Philip Mansel’in “Levant”  isimli kitabı ile tanıştım, okuma fırsatım oldu.

Okuduğum en etkileyici kitaplardan bir tanesi olduğu düşüncesiyle sizlere de tavsiye etmeye karar verdim.

Kitap İzmir, Selanik, Beyrut ve İskenderiye şehirlerinin çok kültürlülüğü ve ve çok kültürlülükten hareketle şehirlerin farklı enerjilerini, ulaştıkları refahı ve aynı zamanda karşılaştıkları felaketleri anlatıyor.

Bu 4 şehrin tarihini anlatırken hem Osmanlı, hem de söz konusu şehirlerin sonrasında içerisinde yer aldıkları ülkelerin (Türkiye Cumhuriyeti,  Yunanistan, Lübnan, Mısır) tarihlerini de anlatıyor.

Bilmediğim, duymadığım bir sürü ayrıntı öğrendim. Kitabı elimden bırakamadım.

İçerisinde yazarın veya kaynaklarının farklı yorumladığı, gözlemlediği yorumlar olabilir, ama okudukça içeriği insanı sarıyor.

Mesela;

– Osmanlı İmparatorluğu döneminde  4 minareli cami inşaatına sadece Padişahın yaptırdığı camilerde ve İstanbul’da izin verildiğini, ilk defa duydum.

– Osmanlı İmparatorluğu gemicilerinin çoğunun rum kökenli olması ve Yunan ayaklanması sonrasında onların Türk kökenli gemicilerle değişitirilmesi ile donanmanın bir süre sorun yaşadığını, ilk defa okudum.

Bazı şehirlerin içerisindeki çok kültürlülüğün, farklı enerji yarattığını, etkilerinin sadece o şehirle sınırlı kalmayıp, ülkeyi ve hatta Dünya’yı etkilediğini çarpıcı örneklerle okudum.

Aynı yazarın şimdi “Konstantiniyye” isimli kitabını okumaya başlayacağım. İçimden bir ses en az aynı lezzeti alacağımı söylüyor.

Levant’ı okumanızı  tavsiye ediyorum.