Ucuz Kasko

Her ne kadar sigorta şirketleri kaskoda yeni fiyatlama yaparken ağırlıklı olarak kendi geçmiş istatistiklerini kullandıkları için, farklı marka ve müşteri tiplerine göre farklı fiyatlamalar yapmakta ve bazen tüm riskleri kapsayan poliçeler aşağıda vereceğim örneklerden daha ucuz hale gelebilmekteyse de, Anadolu Sigorta ve Generali Sigorta’nın çıkarttığı iki ürün alınarak en sık karşılaşılan ve en zor karşılanabilen riskler, nispeten daha hesaplı sigorta koruması altına alınabilir.

Ben, 1992 yılından bu yana araç kullanan bir sürücü olarak en fazla ufak çizikler, küçük kaporta hasarları ile karşılaşıyorum. Son dönemde bu tarz hasarların sigorta şirketinden talep edilmesinden çekinir oldum. Neden mi? Hasarsızlık korumam kalkacak ve yenileme döneminde bu çiziklerin tamiri için servise ödeyeceğim tutarın çok çok üzerinde, prim artışı ile karşılaşabilirim. Bu nedenle küçük hasarlarımı kendim yaptırmayı tercih etmeliyim.

Buna karşılık beni maddi anlamda en büyük kayba uğratabilecek hasar, aracımın pert olmasına yol açabilecek şiddette bir kazanın gerçekleşmesi veya arabamın çalınması. Arabamı o günkü emsal değerinde yenilemek maddi açıdan zorlayıcı olur.

Şimdi iki ayrı sigorta şirketinin, iki ayrı ürünü benim bu ihtiyaçlarımı oldukça ekonomik karşılayabiliyor.

Bir tanesi Generali Sigorta’nın renkli, sevimli yeni direkt satış kanalı, www.generali.com.tr de satışa sunulmuş olan “Mini Kasko Sigortası.”

Fiyatı:  (27.02.2014 itibari ile) fiks 109 TL

Teminatları

  • Aracın diğer bir araçla çarpışması veya aracın diğer bir araca çarpması,
  • Mini Onarım Hizmeti:

30 cm’e kadar boya hasarları, 5 cm’e kadar iç döşeme hasarları, 5 cm’e kadar boyasız kaporta göçükleri gibi küçük hasarlar mevcut hasar sınırlandırmanızı etkilemeden anlaşmalı servislerde tamir ettirebiliyorsunuz.

Buna karşılık aracımın pert olmasına yol açacak şiddette bir hasarım olursa veya aracım çalınırsa da Anadolu Sigorta’nın çok az prim ile aracın en önemli risklerini kasko sigortası teminatı kapsamına almak üzere hazırladığı yeni ürünü “Pert Kasko Sigortası.” devreye girebilir.

Fiyatı: Araç ve sürücü özelliklerine göre değişiyor.

Teminatları;

  • Aracın      karayolunda veya demiryolunda kullanılabilen motorlu, motorsuz araçlarla      çarpışması,
  • Gerek      hareket gerek durma halinde iken, sigortalının veya aracı kullananın      iradesi dışında araca ani ve harici etkiler neticesinde sabit veya      hareketli bir cismin çarpması veya aracın böyle bir cisme çarpması,      devrilmesi, düşmesi, yuvarlanması gibi kazalar,
  • Aracın      yanması,
  • Aracın      veya araç parçalarının çalınması veya çalınmaya teşebbüs edilmesi,

şeklinde      4 ana başlık altında toplanıyor. (Dilerseniz alabileceğiniz ek teminatlar da var.)

Tekrar ediyorum, piyasa fiyatlaması gereği aracınıza, Daha uygun fiyatlarla tam koruma sağlayacak kasko ürünü var mı? diye araştırmakta fayda var. Ancak eğer ihtiyacınızı karşılıyorsa, az para harcamak istiyorsanız. Bu iki ürünü alıp kendinizi en sık rastlanan veya en korkutucu risklere karşı, düşük maliyet ile koruyabilirsiniz.

Dünyanın Bu Metropolünde Köpek Olmak Zor

Bazı sabahlar çocukları Alemdağ’daki okullarına ben bırakıyorum. İşyerim Avrupa yakasında olduğundan çocukları bırakıp köprülere doğru geri dönüyorum. Çekmeköy yolundan işime gitmeye çalışırsam yoğun trafikten mesaime yetişemiyorum.

 Ben de son dönemde keşfettiğim Alemdağ, Reşadiye, Cumhuriyet Köyü, Polonezköy ve Kavacık güzergahını kullanıyorum.

Ancak, bu güzergahı her kullandığımda içim sızlıyor. Alemdağ’dan başlayıp Kavacık’a varıncaya kadar sağlı sollu yüzlerce, binlerce köpek; “Acaba gelen araçtan bize yemek bırakırlar mı?” bakışları altında gelen-giden arabaları takip ediyorlar.

Genellikle küçük sürüler oluşturmuşlar. Aralarında cins köpeklerin yanı sıra, kulağında küpesi olanlar (Belediye tarafından kısırlaştırılmış), çok zayıflar, sekerek yürüyenler vb. gibi olmak üzere binlerce köpek görüyorum.

2014 kışı nispeten hafif seyrediyor fakat bir de soğuk kış günlerini düşününce iyice kötü oluyorum.

Dünya’mızı birlikte paylaştığımız ve her zaman insanlara dost olmuş, bu canlıların bu sefalet durumuna bir çare bulmak lazım. Onları aç, harap, ortalıkta ve Dünya Şehri iddiasındaki kocaman bir Metropol’ün kıyısında terk etmişiz.

Bir gün zaman ayırın ve bu güzergahı kullanarak durumlarını görün. Görmeden ne demek istediğimi tam anlamanızın ihtimali yok.

Giderken mutlaka yanınızda yiyecek bir şeyler götürün. Sanki her gün karınları doymuyor gibi geliyor bana.

Belediye’nin de desteği ile bu hayvanlar için büyük ve fakat gerçekten ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri barınaklar oluşturulsa, sivil toplum ve hayvan severler ve herkes ufak katkılarla, Dünyadaş’larımıza “Biz İnsanların bu Dünya’da yalnız olmadığımızı ve Dünya’yı üzerindeki diğer canlılar ile de paylaşmayı istediğimizi, arzuladığımızı ve bunun için de çaba harcadığımızı gösterebilsek.”

3.5 yaşında dişi köpeğimize yavru yaptırmak istemiyoruz ki, yavruları bir heves bizden alacak ve hevesi geçince bu güzergaha bırakacak insanlara vermek durumunda kalmayalım.

Hafta Sonu Attico (Atina-Pire) Seyahati

Eşimin Pazartesi günü başlayacak iş toplantıları seyahatini, hafta sonu ile birleştirerek bir hafta sonu tatiline çevirdik. Ve Atina’ya giden THY uçağı ile Cumartesi sabah Atatürk Hava Limanı’ndan yola çıktık.

İstanbul da havanın serin olduğu 15 Şubat 2014 de yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuğu takiben, Güneşli bir Atina gününe Efefterios Venizelos Hava Alanı’nda merhaba dedik.

Zamanımızın uygunluğu da fırsat verdi ve 95 numaralı Belediye otobüsüne kişi başı 5 EUR ödeyerek bindik. Bir saat süren bir yolculuk sonunda Parlamento binasının karşısında yer alan Şehir Merkezi’ne vardık. (Syntagma)

Bir tavsiye üzerine daha önce rezervasyonumuzu web sitesi aracılığı ile yaptığımız, Atina’nın Nişantaşı’sı Koloniki semtinde yer alan, St. George Lycabettus Hotelin, merkeze yakın ve fakat bir tepede olduğunu öğrendiğimizden taksi ile otelimize çıktık.

Otelin 3 ve daha üst katlarının, Acropol’e bakan bölümünün manzarası müthiş. Otel ve Acropol iki karşılıklı tepe üzerinde yer alıyor. İki tepe arası göz alabildiğine, beyaza boyalı, az sayıda yüksek binanın yer aldığı Atina’nın seyrine doyum olmuyor. Özellikle gün batımında arkasında Güneş batımının kızıllığını almış Acropol, ön yüzde bembeyaz evler, şehrin sesi, güzel Ege esintisi…

20140210_070902_resized2

Otelin hemen önünde yer alan cadde sağlı sollu oturma masaları konularak bir kafe-bistro havasında gün kararıncaya kadar kalabalık misafirlerini ağırlıyor.

Parlamento binasının karşısından aşağı doğru uzanan yaya yolu İstiklal Caddesi’nin bir benzeri. (Ermou Caddesi) Mağazalar, kafeler, kalabalık insanlar. Bu cadde üzerinde oturduğumuz kafede dört şey dikkatimizi çok çekti:

1-      Bu kadar çok sayıda, bisikletlisi-yayası, kadını-erkeği, yaşlısı-genci piyangocuyu bir arada hiç görmemiştik.

2-     Bir koli içerisinde caddeye getirilip satışı yapılan, rengi daha açık Atina simitlerinin lezzeti, bırakın Ankara’yı İstanbul simitleri kadar bile iyi değil. Gene de simit çok talep görüyor.

3-      Hepsi de kilolu olan sokak köpeklerine, içerisinde et olan sandviçleri veriyorsunuz yemiyorlar.

4-      Kafede oturduğunuzda güvercinler elinizden yiyecek yiyorlar. Güvercinlerin insanlara güveni daha fazla yakınlaşmalarına yol açmış.

Sonra Acropol’e doğru yürümeye devam ettik. Önce kafeler ve ardından dönercilerin bulunduğu kalabalık bir sokakta ilerledikten sonra; sanıyorum sadece Cumartesi günleri açık olan Antika Eşyalar Açık pazarına rastladık. Çakılar, eski radyolar, eski paralar, çerçeveler, resimler, fotoğraf makinaları ve bilumum eski incik boncuk. Küçük küçük tezgahlarda alıcı bekliyorlar.

Antika sergisinin bir ucu parkta, diğer ucu ise sabit eskiciler pazarına kadar uzanıyor.

Taksi ile Acropol Müzesi’ne gitmeye karar verdik. Taksi şoförümüz bir kadın. Avustralya’da yaşamış, sonra Atina’ya geri dönmüş. Acropol Müzesi’ndeki restaurantın çok güzel olduğunu söylüyor. Manzarası gerçekten güzel ama sonuçta bir Müze lokantası. Çok önermiyoruz.

Müze hoş dizayn edilmiş ve insanlık tarihinin bugünlere ulaşmış çok güzel eserleri, bence çok başarılı şekilde sunuluyor.

Akşam Koloniki semtinde geleneksel yemekler yapan bir restaurant’ta özellikle yöresel peynirler ile yapılmış çok güzel yemekler yedik. Randevumuz olmadığı için saat 21.30 da kalkmamız gerekiyormuş çünkü Atina’lılar akşam yemeğine o saatte geliyorlar.

Ertesi sabah  Parlamento karşısından 5 numaralı tramvaya bindik ve yine bir saatlik bir yolculuktan sonra Pire Semtine vardık. Deniz kıyısından şehir solumuzda, deniz sağımızda kalacak şekilde ilerledik. Platio Katraki durağında indik. Küçük bir balıkçı limanı bulduk.

Sıralama şöyle, Deniz-küçük tekneler-bir-iki balıkçı tezgahı-bir balıkçı lokantası. Lokantada Uzo içip, balık yerken, buzuki ve klasik gitar çalan iki kişi ve lokantanın iç masalarında oturan biz.

Bu lokantada oturup, Dağ Yeşillikleri şeklinde tercüme edilmiş bol zeytinyağı limon eşliğinde radika, kuru cacık, yeni kızarmış ancak temizlenmemiş küçük gümüş balıkları, bolca limon ve iki de 20 cl’lik Uzo söyledik. Önümüzde muhteşem manzara, hafif hafif kendilerini eğlendirmek için müzik yapan müzisyenler.

Daha ne ister ki insan.

Öğleden sonra bu sefer uzun sürmesinden sıkıldığımızı tramvay seyahati ile geri döndük. Eski şehri gezmeye başladık. Acropol’ün girişinden başlayıp şehir merkezine kadar devam eden eski şehir, bakımlı dükkanları, ara sokaklara sıkışmış çok hoş kafeleri, dantel, ağaç işçiliği, beyaz altın-sarı altın kuyum eserleri ile turistik bir tur.

Akşam bu defa, kalamar, Greek Salad (iri kesilmiş domates, salatalık, soğan, ile peynir karışımı. Bol zeytinyağı ve limon), kızartılmış kabak (zucchini), kızartılmış peynir Feta Cheese (keçi ve inek sütünden yapılmış) oluşan bir yemek daha yedik. Yemeğin sonunu Baklava ile tatlıya bağladık.

Daha önce bir Kuzey Yunanistan seyahati yapmıştık. Oraya nazaran insanları daha asık yüzlü, nereden kaynaklandığını anlamadığım şekilde kibirli buldum.

Otellerin hava alanına gidecek yolcular için taksiciler ile yaptığı anlaşmalardan mıdır? bilmem. hava alanı 29 EUR ve otoban ücreti olması gerekirken 40 EUR oluveriyor. Zurich’te bile benzer vakalar yaşadım. Galiba otel görevlilerinin hava alanına gidecek taksi ayarlama heveslerine alışmamız gerekiyor. Ya da taksiyi otelden değil dışarıdan bulmak bir çözüm olabilir.

Sonuç: Gezi bizde iki günlük, kısa mesafeli, yakın ama farklı kültürlü, Ege havalı, zeytinyağlı ve limonlu güzel bir tat bıraktı.

Attico ise Atina ve Pire bölgelerinin birleşimine verilen isimmiş.

Evcil Hayvanım Öldü Ne Yapmalıyım?

2000 yılının Mart ayında Macaristan’da doğmuş (Kulaklarındaki numaralardan tüm secereleri internet aracılığı ile takip edilebiliyordu.) 5 yavru Golden’dan, en gözü açık olduğunu düşündüğümüz yavruyu almıştık. Niye gözü açık? Çünkü, 5 sevimli Golden yavrusu içinden hepsini aşarak su kabına ulaşıp, sadece su içmekle yetinmeyip, bir de kabın içine girip yıkanan yavru oydu.

Adını sevdiğimiz bir arkadaşımızın önerisi ile Odin koyduk. İlk bir yılı zorlu bir eğitim ve ev eşyalarını kemirerek geçti. (2 uzaktan kumanda, 2 gözlük, 2 terlik vb. gibi) Hatta o yıllarda içerisinde “eve gelen misafirlerin eşyalarına verilecek evcil hayvan zararlarını kapsayan teminatı” bulunan yeni sigorta ürününü anlatırken, örneği Odin’in yediği gözlükten alıyorduk. Evimize gelen misafirin kemik gözlüğünü hamur etti, yenisinin faturasının belirli bir kısmını o poliçeden almıştık.

Yaşadığımız bir depremde en üst katta, bina sağ-sola savrulurken mışıl mışıl uyuyan Odin’i biz uyandırdık.

Yıllar boyunca hem bize, hem de o evdeyken doğan çocuklarımıza çok iyi dost oldu. Bir çok büyük köpekle kavgalara birlikte karıştık. Köpeğinizi boğazından yakalamış daha büyük veya vahşi bir köpeği durdurmanın en etkili yolunun, o köpeğin kuyruğundan tutup sertçe çekmek olduğunu, bu kavgalarda öğrendim.

Golden Retriever olmasından kaynaklı olsa gerek en çok ta denizde, gölde ve hatta su birikintisinde yüzmeyi/ıslanmayı/çamur olmayı seviyordu.

Kısacası 12.5 sene evin bir ferdi gibi yaşadı.

 2013 yılı Ağustos ayında, yaşlılıktan kaynaklanan ve Golden Retriever’larda sıkça rastlandığını öğrendiğimiz (çareside bulunamamış) “Kalp Büyümesi” rahatsızlığından, Odin’imizi kaybettik. Yarattığı üzüntüyü anlatmayacağım.

İlk defa yaklaşık 37 kilo olan bir evcil hayvanımızı kaybediyorduk. Bu durumda İstanbul’da ne yapılacağını internetten araştırdık. Tuzla da bir hayvan mezarlığı olduğunu duymakla birlikte, çok da iyi işletilmediğini öğrendik.

Daha sonra, Pendik’te Tarım Bakanlığı’na bağlı, “Veteriner Kontrol Ve Araştırma Enstitüsü”, bulunduğunu ve bu kurum bünyesinde bir “hayvan yakma fırını” olduğunu öğrendik. Devasa bir fırında, Kurum’a ait Döner Sermayeye belirli bir ücret yatırmak suretiyle, kaybettiğiniz evcil hayvanınız özel kaplarda yakılıp, külleri size teslim ediliyor.

Yaklaşık 3-4 saat süren bir işlemden sonra bir kap içinde aldığım küllerini, en sevdiği yer olan denize savurdum. Sanıyorum en azından bir retriever için en uygun çözüm buydu.

Ev içindeki evcil hayvanların hem fiziki hem de manevi, kapladıkları hacim arttıkça ve birlikte yaşanan süre uzadıkça, kaybı da o derece acı veriyor.

Bazen bu acıyı yaşamamak için yeni evcil hayvan almayalım mı? diyoruz. Fakat sevgileri, verdikleri dostluk, bu düşüncelerimizi de savuruyor.