Hafta Sonu Attico (Atina-Pire) Seyahati

Eşimin Pazartesi günü başlayacak iş toplantıları seyahatini, hafta sonu ile birleştirerek bir hafta sonu tatiline çevirdik. Ve Atina’ya giden THY uçağı ile Cumartesi sabah Atatürk Hava Limanı’ndan yola çıktık.

İstanbul da havanın serin olduğu 15 Şubat 2014 de yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuğu takiben, Güneşli bir Atina gününe Efefterios Venizelos Hava Alanı’nda merhaba dedik.

Zamanımızın uygunluğu da fırsat verdi ve 95 numaralı Belediye otobüsüne kişi başı 5 EUR ödeyerek bindik. Bir saat süren bir yolculuk sonunda Parlamento binasının karşısında yer alan Şehir Merkezi’ne vardık. (Syntagma)

Bir tavsiye üzerine daha önce rezervasyonumuzu web sitesi aracılığı ile yaptığımız, Atina’nın Nişantaşı’sı Koloniki semtinde yer alan, St. George Lycabettus Hotelin, merkeze yakın ve fakat bir tepede olduğunu öğrendiğimizden taksi ile otelimize çıktık.

Otelin 3 ve daha üst katlarının, Acropol’e bakan bölümünün manzarası müthiş. Otel ve Acropol iki karşılıklı tepe üzerinde yer alıyor. İki tepe arası göz alabildiğine, beyaza boyalı, az sayıda yüksek binanın yer aldığı Atina’nın seyrine doyum olmuyor. Özellikle gün batımında arkasında Güneş batımının kızıllığını almış Acropol, ön yüzde bembeyaz evler, şehrin sesi, güzel Ege esintisi…

20140210_070902_resized2

Otelin hemen önünde yer alan cadde sağlı sollu oturma masaları konularak bir kafe-bistro havasında gün kararıncaya kadar kalabalık misafirlerini ağırlıyor.

Parlamento binasının karşısından aşağı doğru uzanan yaya yolu İstiklal Caddesi’nin bir benzeri. (Ermou Caddesi) Mağazalar, kafeler, kalabalık insanlar. Bu cadde üzerinde oturduğumuz kafede dört şey dikkatimizi çok çekti:

1-      Bu kadar çok sayıda, bisikletlisi-yayası, kadını-erkeği, yaşlısı-genci piyangocuyu bir arada hiç görmemiştik.

2-     Bir koli içerisinde caddeye getirilip satışı yapılan, rengi daha açık Atina simitlerinin lezzeti, bırakın Ankara’yı İstanbul simitleri kadar bile iyi değil. Gene de simit çok talep görüyor.

3-      Hepsi de kilolu olan sokak köpeklerine, içerisinde et olan sandviçleri veriyorsunuz yemiyorlar.

4-      Kafede oturduğunuzda güvercinler elinizden yiyecek yiyorlar. Güvercinlerin insanlara güveni daha fazla yakınlaşmalarına yol açmış.

Sonra Acropol’e doğru yürümeye devam ettik. Önce kafeler ve ardından dönercilerin bulunduğu kalabalık bir sokakta ilerledikten sonra; sanıyorum sadece Cumartesi günleri açık olan Antika Eşyalar Açık pazarına rastladık. Çakılar, eski radyolar, eski paralar, çerçeveler, resimler, fotoğraf makinaları ve bilumum eski incik boncuk. Küçük küçük tezgahlarda alıcı bekliyorlar.

Antika sergisinin bir ucu parkta, diğer ucu ise sabit eskiciler pazarına kadar uzanıyor.

Taksi ile Acropol Müzesi’ne gitmeye karar verdik. Taksi şoförümüz bir kadın. Avustralya’da yaşamış, sonra Atina’ya geri dönmüş. Acropol Müzesi’ndeki restaurantın çok güzel olduğunu söylüyor. Manzarası gerçekten güzel ama sonuçta bir Müze lokantası. Çok önermiyoruz.

Müze hoş dizayn edilmiş ve insanlık tarihinin bugünlere ulaşmış çok güzel eserleri, bence çok başarılı şekilde sunuluyor.

Akşam Koloniki semtinde geleneksel yemekler yapan bir restaurant’ta özellikle yöresel peynirler ile yapılmış çok güzel yemekler yedik. Randevumuz olmadığı için saat 21.30 da kalkmamız gerekiyormuş çünkü Atina’lılar akşam yemeğine o saatte geliyorlar.

Ertesi sabah  Parlamento karşısından 5 numaralı tramvaya bindik ve yine bir saatlik bir yolculuktan sonra Pire Semtine vardık. Deniz kıyısından şehir solumuzda, deniz sağımızda kalacak şekilde ilerledik. Platio Katraki durağında indik. Küçük bir balıkçı limanı bulduk.

Sıralama şöyle, Deniz-küçük tekneler-bir-iki balıkçı tezgahı-bir balıkçı lokantası. Lokantada Uzo içip, balık yerken, buzuki ve klasik gitar çalan iki kişi ve lokantanın iç masalarında oturan biz.

Bu lokantada oturup, Dağ Yeşillikleri şeklinde tercüme edilmiş bol zeytinyağı limon eşliğinde radika, kuru cacık, yeni kızarmış ancak temizlenmemiş küçük gümüş balıkları, bolca limon ve iki de 20 cl’lik Uzo söyledik. Önümüzde muhteşem manzara, hafif hafif kendilerini eğlendirmek için müzik yapan müzisyenler.

Daha ne ister ki insan.

Öğleden sonra bu sefer uzun sürmesinden sıkıldığımızı tramvay seyahati ile geri döndük. Eski şehri gezmeye başladık. Acropol’ün girişinden başlayıp şehir merkezine kadar devam eden eski şehir, bakımlı dükkanları, ara sokaklara sıkışmış çok hoş kafeleri, dantel, ağaç işçiliği, beyaz altın-sarı altın kuyum eserleri ile turistik bir tur.

Akşam bu defa, kalamar, Greek Salad (iri kesilmiş domates, salatalık, soğan, ile peynir karışımı. Bol zeytinyağı ve limon), kızartılmış kabak (zucchini), kızartılmış peynir Feta Cheese (keçi ve inek sütünden yapılmış) oluşan bir yemek daha yedik. Yemeğin sonunu Baklava ile tatlıya bağladık.

Daha önce bir Kuzey Yunanistan seyahati yapmıştık. Oraya nazaran insanları daha asık yüzlü, nereden kaynaklandığını anlamadığım şekilde kibirli buldum.

Otellerin hava alanına gidecek yolcular için taksiciler ile yaptığı anlaşmalardan mıdır? bilmem. hava alanı 29 EUR ve otoban ücreti olması gerekirken 40 EUR oluveriyor. Zurich’te bile benzer vakalar yaşadım. Galiba otel görevlilerinin hava alanına gidecek taksi ayarlama heveslerine alışmamız gerekiyor. Ya da taksiyi otelden değil dışarıdan bulmak bir çözüm olabilir.

Sonuç: Gezi bizde iki günlük, kısa mesafeli, yakın ama farklı kültürlü, Ege havalı, zeytinyağlı ve limonlu güzel bir tat bıraktı.

Attico ise Atina ve Pire bölgelerinin birleşimine verilen isimmiş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir