Önce Sigortacılık, sonra Bankacılık ve ardından tekrar Sigortacılık sektörlerinde uzun yıllar çalışmış birisi olarak, iki sektörün yöneticilerinin veya çalışanlarının diğerlerine hangi gözle baktığını az çok gözlemleyebilme fırsatım oldu.
80-90 lı yıllarda yurt dışı sendikasyon kredilerinin, Hazine Bonosu ve Devlet Tahvilleri’ne yatırılması sonucu, ortaya çıkan önemli ve nispeten “kolay” Bankacılık karları; sektörün hem teknolojiye hem de kaliteli insan kaynağına ulaşmasının yolunu açmıştır. Bu iki kaynağa (bazı bankalar tarafından) yapılan yatırımlar zincirleme etki yaratmış ve Bankacılık sektörü 90’lı yılların sonundan itibaren hızlı bir dönüşüm geçirmiştir. Bu yatırımlara ağırlık veren bankalar başarılı olmuş ve sektörü de Global ölçekte rekabet edebilir seviyeye getirmiştir.
Aynı bolluktan uzak olmakla birlikte; Sigorta Sektörü de o dönemde prim tahsilatından elde ettiği nakitlerden yarattığı yüksek mali gelirlerin, işin teknik karından çok yukarılarda olması nedeniyle, biraz rehavete düşmüş, bu bolluğu teknoloji ve daha kaliteli insan kaynağına yatırmayı tercih etmemiştir.
Gelinen noktada, bankacılar nezdinde Sigorta Sektörü; ikincil, teknolojiden kendileri kadar nasibini alamamış, klasik yönetici profili taşıyan ve değişime/yeniliğe kapalı yöneticilerden oluşan bir sektör olarak algılanmaya başlanmıştır.
Her iki sektörde de görev almış bir yönetici olarak Sigortacılığın bileşenlerinin, Bankacılık işinin yapılmasında rol oynayan bileşenlerden daha kompleks olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sektörün bütün olarak, Uluslararası Piyasalar ile çok daha iç içe olduğunu ve Sigortacılığın özü gereği daha Global bir iş olduğunu, Global oyun kurallarının dışında hareket alanının çok da Bankacılık kadar esnek olmadığını da söyleyebilirim.
Hem Dünya’daki gelişmeler ve hem de Türkiye müşteri yapısından kaynaklanan “Tüketici satın alma eğilimlerinin de” sigortacılık sektörünü şekillendirdiğini de unutmayalım.
İlk olarak Başak Sigorta A.Ş.’nin satış değeri veya çarpanları ile, ilerleyen yıllarda satılan sigorta şirketi değerleri ve çarpanları da Sigorta Sektörünün, hiç de “Bankacılar tarafından algılandığı kadar geride” olmadığının, en önemli kanıtlarından birisidir.
…
Altını çizmek istediğim husus Bankacılar nezdinde sigorta sektörü mevcut yöneticilerinin yeniliğe açık olmamaları, değişimi başaramadıkları, başaramayacaklarına dönük algının, haksız, abartılı ve aşırı ön yargılı olduğu yönündedir.
Sigorta şirketlerine üst düzey yönetici arayışlarında, Perakende, Otomotiv ve Bankacılık sektörlerinden transferlerin yapılarak yenilik katılacağına dair görüşlerin de bu yanlış algılardan kaynaklandığını ve sonuçlarının çok da beklendiği, (değiştirici-yenilikçi vb.) gibi çıkmayacağını düşünmekteyim.
Şimdiye kadar bu transferlerin verdiği sonuçlara bakınca çok da yanıldığım söylenemez.
Ne dersiniz?
Şirketler içerisindeki insan kaynağını stratejik ve operasyonel olarak ikiye kırdığımızda operasyonel kaynak oranı yüksek ve yükselmekte olan şirketlerin finansal anlamda başarıya daha zor gittikleri gözüküyor. Operasyonel kaynak oranını düşürebilmenin sırrı da Bilgi sistemlerini daha etkin kullanarak operasyonel sistemleri modüler, fonksiyonel ve akıllı hale getirebilmekten geçiyor. Bunun yanında stratejik pozisyonlara da doğru kaynaklar sağlanmadığında şirketler hedef koymakta ve hedeflerine ilerlemekte güçlük yaşıyorlar. Sizin de dediğiniz gibi yönetim kadrolarına bazı spesifik sektörlerden yapılan transferler çoğu zaman başarıyı getirmedi, getirecek gibi de durmuyor. Sigorta sektörüne müşterilerin bakış açısının uzun yıllar olumsuz pozisyonda kalmasının da bunda etkisi var. Haliyle stratejik pozisyonları müşteri algı yönetimini iyi yaparak şirketleri birkaç adım öne çıkartabilecek kaynaklarla doldurmak kritik önem arz ediyor.