CNN Türk te Cüneyt Özdemir’in bir haberi üzerine, Amazon.com.uk den Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin “Capital in the Twenty-First Century” isimli kitabını getirttim ve okumaya başladım.
Kalın ve biraz fazla bilimsel dil ile yazılmış olmak ile birlikte; kitap, refah ve gelir eşitsizliği üzerine yazılmış. 18. Yüzyıl dan bu yana Avrupa ve ABD’deki refahın-zenginliğin dağılımı ve gelir eşitsizliğine dair gelişmeleri istatistikler üzerinden anlatıyor. Sermaye kazancının ülkelerin büyümelerinden daha hızlı olduğunu, zenginliğin (refahın) giderek daha fazla arttığını, gelir grubunda ilk %1 de yer alanların diğerlerine nazaran gelirlerini yıllar içerisinde daha fazla artırdıklarından, bahsediyor.
Öneri olarak ta Zenginlere uygulanan vergilerin daha da artırılması gerektiğini aksi durumda gelirin adaletsiz dağılımının sosyal ve ekonomik istikrarsızlıklara yol açacağını, çıkarımı yapılıyor.
Yazar, bir dönem Fransız Hükümetine de ekonomi danışmanlığı yapmış ve Fransa’da onun önerisi ile vergilerin artırılmasına kızan bir grup zenginin başka ülke vatandaşlıklarına geçtiğini, basından takip etmiştik.
…
Kitabın içeriğinden neden bahsediyorum?
İnsanlar sürekli çalışıyor, kazanıyor, kazandıkça tüketiyor ve daha da fazla çalışma ihtiyacı duyuyorlar. Bu denli daha fazla tüketebilmek için daha fazla üretme ve bunun içinde daha fazla çalışmanın insanları çokta mutlu kıldığı söylenemez. Bu bir kısır döngü.
Geçtiğimiz günlerde, düşündüklerini doğru adlandırma yeteneğine hayran olduğum eşim; önce tüketimi azaltmak, tüketim alışkanlıklarını yavaşlatıcı tedbirler almak lazım ki insanlar azalan tüketim paralelinde daha fazla üretme ihtiyacı duymasın, daha fazla çalışmak ve sonucunda da mutsuz olmasın, şeklinde bir yorum yaptı.
Düşündüm. Neden olmasın?
…
SBF yıllarımda, insanın maddi değerlere ulaşmaları çabalarında Devletin veya başka kurumlar tarafından engellenmemesi, sınırlandırılmaması gerektiğini, tüketme ihtiyacı olanın, daha iyi evde yaşamak isteyip, daha iyi arabaya binmek isteyenin, daha fazla seyahat etmek isteyenin vb. gibi önüne geçilmemesi gerektiğini, Devlet yapısının sadece bu liberal sistemi düzenleyici ve denetleyici olması gerektiğini düşünüyordum. İsteyen insanların bu isteklerini gerçekleştirmek için daha fazla çalışarak bu hedeflerine ulaşabilmesi gerektiğini düşünüyordum. Kısaca kapitalist sistemin insan doğasına en uygun sistem olduğunu düşünüyordum.
2008 de yaşanan küresel ekonomik kriz, kapitalizmin gerçekten insanlığın ihtiyaçlarına cevap veren ve vermeye devam edecek bir sistem olmadığını, sürdürülebilir olmadığını bana ve bizlere gösterdi.
Thomas Piketty’nin kitabı da işi rakamlara dökünce, durumun sermayedar ve sermayedar olmayanlar arasında benim sandığım sevide eşit, demokratik şekilde seyretmediğini, çok çalışanın, daha fazla kazanacağı kurgusunun bir gerçeklik olmadığını; az sayıda zenginin zenginliğini yıllar içinde hızla artırırken, toplumun genelinin refah seviyesini aynı seviyede artıramadığını gösterdi.
…
47 yıllık tecrübemde bazı pozitif değişiklikler de oldu. Örnek; Bazı tüketim mallarına (örnek giyim) ulaşma konusunda demokratikleşme olduğunu gözlemleme fırsatım oldu. Çok ucuza, pahalısıyla görsel anlamda yarışabilecek kıyafetler satın alınabilir oldu. Üstelik yeni trend de: Ucuz al, bir süre giy, yenisini gene ucuza al’a döndü. Böyle devam ederse giyim de pahalı olan hayatta kalamayacak.
…
Bir kez daha düşünmek lazım; insanların bu Dünya’da daha çok tüketmek için daha fazla çalışmaları yerine, önce tüketim alışkanlıkları küçültülerek, üretim için harcanan bunca çabayı ve mutsuzluğu azaltmak bir yöntem olabilir mi?