Kıta Avrupası’nın Batı Ucu: Santiago de Compostela

Bir kaç ay önce, THY Wingo Fırsatlarında gidiş geliş 99 EUR diye kampanyayı görünce, Santiago de Compostela diye bir yerin varlığından haberdar olduk.  Avrupa’nın en bol ve çeşitli deniz ürünlerine sahip olduğunu, tapasları,  peynirleri ve beyaz şarapları ile de ünlü olduğunu da duyunca, gitmeye karar verdik.

Nüfusu 96.000 kişi. İspanya’nın kuzey batısında ve Galiçya Özerk Bölgesi’nin başkentliğini yapıyor. THY 21 Mayıs 2013’den bu yana, direkt uçuş gerçekleştiyor. Yolculuk giderken  yaklaşık 4 saat 50 dakika ve gelirken 4 saat sürüyor. Hava alanı şehir merkezinden 9 km uzaklıkta ve belediye otobüsleri kişi başı 4,5 EUR’ya her yarım saatte bir sefer yapıyorlar. (Taksi yaklaşık 20 EUR).

Atlantik Okyanusuna çok yakın. Bizim tarihi yarımadaya benzer şekilde yeni şehrin ortasında tarihi bir şehir var. Meydanda, aşağı yukarı tüm Avrupa şehirlerinde olduğu gibi, bir Katedral (Saint James Cathedral) var.  Hrıstiyanlar için kutsal bir mekan. Ellerinde asalar (ucuna midye kabuğu takılı) ile yüzlerce, binlerce insan, dünyanın her yerinden buraya “Saint James Yolu” denilen bir güzergahta yürüyüş yapmaya geliyorlar.

Santiago1a

Booking.com’dan yaptığımız otel rezervasyonu da fiyat-eder dengesi açısından süperdi. “San Francisco Hotel Monumento.” Tarihi bir bina, abartıya kaçılmadan çok güzel restore edilip otel haline getirilmiş. Kaldığımız süre içerisinde birkaç düğün törenine ve kongre toplantılarına şahit olduk.

Anladığımız kadarı ile nüfus küçük olduğu için herkes birbirini tanıyor. Düğün kıyafetlerinde, özellikle kadın tören-düğün kıyafetlerindeki 1960-1970 yıllarından kalma modanın devam ediyor olması şaşırtıcı idi.

İlk gün, Türkçe konuştuğumuzu duyan “Cuma” isminde bir Türkiyeli ile sohbet ettik. Yaklaşık 6 senedir bu şehirde yaşadığını ve 60 kişilik Türkiyeli’nin kentte yaşadığını ve genellikle Dönercilik yaptıklarını anlattı. Gerçekten de sadece Santiago de Compostela’da değil, günü birlik ziyaret ettiğimiz 60-70 km uzaklıktaki La Coruna şehrinde de Döner lokantaları gördük.

santiago5a

La Coruna, kuzeyde ve Atlantik Okyanusu kıyısında. Compostela’dan hızlı tren seferleri var. Kişi başı 7 EUR. 30 dakikalık bir yolculukla ulaşılabiliyor. Karayolu da araç kullanmak için çok uygun. Ancak, anladığım kadarı ile sürekli radar kontrolü var ve hız limitlerine uyum konusuna azami dikkat etmenizi öneririm. Nüfus ve coğrafi alan olarak Compostela’dan daha büyük. En değişik kısmı, şehrin içerisinden Okyanus’ta yüzme imkanınız var. Yüzme derken kocaman bir sahil ve ancak soğuk, dalgalı bir suda yüzmekten bahsediyorum.  Aslında insanlar kıyıdan biraz ileri doğru yürüyüp geri geliyorlar. Dalgalar o kadar sert ki yüzme imkanı pek yok, sadece suya girip, yürüyüp, güneşlenmek mümkün. Ben denedim:))

Compostela’da sürekli açık bir Pazar kuruluyor. Burada taze deniz ürünleri (taze ne demek anladım, neredeyse hepsi hala hareket halinde), et, peynir, sebze ürünleri satılıyor. Hemen dışında varillerin üzerinde servis yapılan ve ahtapot, midye, razor clam (ustura midye), barnacles ve benzeri deniz ürünleri ile muhtelif lokantalardaki geleneksel tapas lezzetlerini tatmak mümkün. Peynirlerini de unutmayalım hele Prestes çeşidini mutlaka tadın, derim.

santiago6a

Barnacles çok yaygın ve değişik bir deniz ürünü. Okyanusta kayalardan ve gel-git’ler sırasında sökülerek, zorlukla toplanıyormuş. Toplanması zor olduğundan pahalı. Tırnak şeklinde ve içindeki kısmı yeniliyor.  Değişik bir tecrübe. Bölgede çok yaygın ve sevilen bir ürün. Görüntüsü hariç, tadı güzel.

Compostela’da biri şehir içinde diğeri 40 km dışarıda iki adet Michelin yıldızlı retaurant var.

Şehir içinde gayda seslerini duyan bir arkadaşımız, internette arayınca Kelt’lerin bu bölgede yaşadıklarından ve tarihte bizim Karadeniz Bölgesi’nde de Kelt ırkının yaşadığını anlattığında, Gayda çalan kişinin üzerindeki folklor kıyafeti ile  Tulum çalan Karadenizli kıyafetlerindeki benzerlikler bana  anlamlı geldi.

Bu arada 30 Haziran Pazar günü bir bayram kutluyorlar. Geleneksel kıyafetleri ve flamaları ile bütün şehir meydana akıyor. Elbette müzik eşliğinde. Sokak çalgıcıları ve hatta orkestraları her yerde. Örnek saat 24:00 de meydanda bir orkestra lokal müzik çalarken, çevrelerinde dans eden insanları  izlemek hoş.

santiago2a

İnsanları sıcak, güler yüzlü, sosyal, sohbeti seviyorlar. Türkiye’ye gelmeyeni neredeyse yok. Bir iki günü “La Coruna’da geçirilmek” kaydı ile keyifli bir tatil istiyorsanız gidin. Biz tatlı hatıralar ile ayrıldık.

Baskın Yönetici, Pasif Yönetici

Çalışma hayatımda pek çok yönetici ile çalışma fırsatım oldu. Sonradan geriye dönüp baktığımda, aslında iki tip yönetici ile çalışmışım. Baskın ve Pasif Yönetici.

İkl yönetim tarzının da ekibi ve şirketi için avantajları ve dezavantajları var.

Baskın Yönetici: Karar almada istekli ve kolaylıkla karar alabiliyor. Ekip için süper. İşler sürüncemede kalmıyor ve akıyor. Eğer alınan kararların ekseriyeti doğru kararlar ise şirket başarıya hızla ilerliyor. Ekip bir risk taşımıyor çünkü riski olsun olmasın tüm kararları verecek, kendisine giderek güveni artan bir yöneticileri var ve onlara düşen sadece alınan kararları uygulamak.

Bu tarz yönetici hem kişilik hem de iş yapış şekli nedenleriyle baskın ekip arkadaşları ile çalışamıyor. Bu tarz kişiler ya çatışma ile ya da istediklerini yapabilme imkanı bulamadıkları için ekibi terk ediyorlar.

İyi tarafı işler ve kararlar hızla yürüyor. Kötü kısmı tek kişilik karar alma mekanizmasından dolayı hatalar daha sık yapılabiliyor ve yönetim tarzı ekibi tembelliğe itiyor veya ekip tembellerden, risk almaktan korkanlardan oluşuyor.

Pasif Yönetici: Ben kendimi en çok pasif yöneticilerle çalışırken geliştirdiğime inanıyorum. Doğada hiçbir şey boş kalmıyor. Eğer yönetici pasif ise hemen alt ekip daha baskın, girişimci kişilerle doluyor. Ekibe bol alan kalıyor. Eğer ekip doğru, bilgili ve yönetici ile her koşulda uyumlu çalışacak kişilerden oluşuyorsa süper… Kendi konusuna hakim uzmanlar, kendi alanlarını diledikleri gibi şekillendiriyorlar.

Kötü tarafı, alt ekiplerde farklı baskın karakterler çatışmaya başlıyorlar ve yönetici bu nokta da pasifliğini koruyorsa, şirketin genel gidişi ibreyi aşağı çeviriyor. Şirket genelini ilgilendiren konularda karar alınamıyor. Veya yavaş alınıyor.

Doğrusu mu? Şirket için en doğrusu, yetkin bir ekibe sahip gerektiğinde baskın ve gerektiğinde pasif olabilen yöneticilerle yönetilmesi. Hem öğretici, hem geliştirici ve hem de başarıya koşan bir şirket haline gelebilmek.

Rakibinizin Müşterisine Ne Kadar İyi Servis Sağlarsınız?

Trafik sigortalarında mevcut sistem, kusurlu aracın sigorta şirketinin, karşı tarafın yani rakip şirketin müşterisine hizmet vermesi asası ile çalışıyor. Sizin servis sağladığınız müşteri, aslında sizin değil.

01.04.2013 tarihli Kasko Genel Şartları ile sigorta şirketlerinin; müşterilerine sunacakları ürün içeriğinde, aracın hangi servise gidebileceğini, ne tür parça (orijinal, muadil vb. gibi) kullanacaklarını, varsa muafiyetler vb. gibi detayları poliçede açıkça beyan etmeleri gerekiyor. Benzer bir düzenleme, trafik poliçelerinde yok. Bu durumda, kusurlu tarafın sigorta şirketi karşı tarafın hasarını minimum maliyetle ve hizmet kalitesi gözetmeksizin tamir ettirmeyi hedefleyecektir.

Peki ne yapmak lazım?

Çözümlerden bir tanesi “Doğrudan Tazmin” yöntemi. Bu yöntem ile hasar sonrası herkes kendi trafik poliçesinin ait olduğu sigorta şirketine başvuruyor. Aynı kasko sistemi gibi, her sigorta şirketi kendi müşterisini memnun etmek üzere en iyi hizmeti vermeye çalışıyor. Kendi müşterisinin hasarını azami müşteri memnuniyeti ve/fakat olabildiğince tasarruf ile sağlamaya çalışıyorlar. Daha sonra sigorta şirketleri kendi aralarında kurulan bir takas merkezi üzerinden, kusur oranına göre birbirleri ile mahsuplaşıyorlar.

Mahsuplaşma kaza başına fiks bir ücret ile yapılıyor. Örnek 1.500 TL. Sigorta şirketleri eğer kendi müşterilerinin hasarlarını ortalama 1.500 TL altında tamir ettirebiliyorlarsa kazançlı, üzerinde bir ortalama maliyet ile tamir ettiriyorlarsa zararlı çıkıyorlar. Ancak, tasarruf ederken kritik çizgi, kendi müşteri memnuniyetinden taviz vermemek.

Pek çok Avrupa ülkesinde uygulanan bu sisteme geçiş için TSB (Türkiye Sigorta Birliği) bünyesinde çalışmalar, hazırlıklar yapıldığını biliyoruz. Şirketlerin dikkat etmeleri gereken bir diğer husus ise trafik portföylerinin büyüklüğü.

Müşteri için iyi gözüküyor. Bakalım zaman ne gösterecek ve sistem nasıl gelişecek?

Trafikte Kar’ı Paylaşalım mı?

Kaskoda yenilikler oluyor.

01.04.2013 tarihli yeni Kasko Genel Şartları ile kasko sigortası uygulamasında aşağıdaki ürün isimleri altında ve içeriklerinde teminat verilmesi öngörülmektedir.

Dar Kasko, Kasko, Genişletilmiş Kasko ve Tam Kasko.

Uygulamaya geçiş süresinin yakınlığından sigorta şirketleri ilk etapta ürün çeşitlemesine gidememiş ve mevcut ürünlerini ufak revizyonlarla “Genişletilmiş Kasko” ürünü olarak devam ettirmişlerdir.

Geçen zaman içinde, Maphre Genel Sigorta’nın “Kaskojet” ve Axa Sigorta’nın Mavi Kasko ve Lacivert Kasko ürünleri ile yeni Genel Şartların belirlediği içerikte ilk ürünler pazara sunulmuştur. Başka bazı şirketlerin de yeni ürün hazırlıklarını sürdürdükleri bilinmektedir.

Ayrıca, markalı kaskolarda da gelecek dönemde yaygınlaşma beklenmektedir.

Bu ürünlerin içeriklerinde, sektörümüz için bazı yenilikler  bulunmaktadır. Poliçede belirtilmek kaydı ile hasarların sadece belirli bir hasar servisi veya servis zinciri (yetkili servis, anlaşmalı yetkili servis, özel servis veya anlaşmalı özel servis) tarafından onarılması, bence en çarpıcı yeniliklerdir.

Böylece üründe ve fiyatta farklılaşmalar çoğalacaktır.

Pek çoğu aynı zamanda sigorta acentesi de olan oto plazalarının bünyelerinde mevcut servislerin hasarlı araç müşterilerinin büyük kısmı sigortası bulunan müşterilerdir. Oto plazalarında araç satış kar marjının düşmesi, gelirlerin satış sonrasından elde edilmesine yönlendirmekte ve de servise gelen araçlarda onarımdan çok, parça değişikliklerine gidilmektedir. Bu durum sigorta şirketlerinin maliyetlerini ciddi oranda artırmaktadır.

Yetkili servislerin hele ki aynı zamanda sigorta acenteliği de varsa, yedek parça fiyatlarında sigorta şirketlerine iskonto yapmak istememeleri, onarım yerine parça değişikliğini öne çıkartmaları yan yana geldiğinde sigorta şirketlerinin maliyetleri iyice artmaktadır.

Yeni Genel Şartlara uygun, sadece belirli servis ağlarının kullanılmasını öngören hasar hizmeti, sigorta şirketlerinin yetkili servislerdeki onarıma nazaran, daha az maliyet ile çalışmalarını sağlayacak; kasko branşındaki senelerdir devam eden zararların azaltılması veya giderilmesi ile sonuçlanacak ve başta müşteri maliyetlerine olmak üzere sektörün tüm oyuncularına olumlu etkisi olacaktır.

Benzer bir düzenleme umarım ve dilerim ki Trafik Genel Şartlarında yapılacak değişiklikle, trafik poliçeleri için de gerçekleştirilir. Trafik poliçelerinde size ait olmayan bir müşteriyi yetkili servisler yerine özel hasar servislerine yönlendirebilmek ve/veya yetkili servislerden parça fiyatlarında %25-30’lara varan iskontolar sağlanabilmesi, sektörün bu branştaki kan kaybını gidermeye yardımcı olacaktır.

Bu durumdan sigorta şirketleri ile birlikte vatandaş ta faydalanacaktır.

Geri Adım Atabilmek

Gerektiğinde geriye çekilmeyi bilmek, yöneticiler için önemli bir meziyettir.

Bu konuda benim en beğendiğim yönetici, siyasetçi merhum Turgut Özal’dı.

Ne zaman toplumdan bir tepki yükselse, gerilim artsa öyle bir anda geri adım atardı ki hem toplum tatmin olur, hem de farkında mıydı bilmem ama liderliği güçlenirdi.

Bir Emek Sineması’nda, bir Gezi Parkı’nda geri adım atmak bu kadar zor olabilir mi? Gerektiğinde geri adım atmak liderliği zedeler mi? Güçlendirir mi?

Bir Meslek Düşünün Ki… (Konuk Yazar: Sinan Doğan Otsavur)

Bir meslek bir insan düşünün ki  her işten anlasın, eski yada modern her türlü makineden, eşyadan,  antikadan, elektronik cihazdan anlasın, hangi iş koluna dair işletme fabrika ne varsa bilsin, gördüğü bina, kara, hava, deniz ve demir yolu taşıtları, tesisat, makine, demirbaş, emtea, otel, tatil köyü, market, kasap, restoran, AVM v.b ne olursa olsun kaç para eder içinde ne kadar mal var anlasın, sahibinin görmediğini görsün, bilmediğini bilsin, ayda 5-6 bin km yol yapsın, iyi mühendis, iyi muhasebeci, iyi dedektif, iyi tekneci, havacı, karacı, iyi sigortacı, iyi risk analisti olsun, doğal afetten anlasın, yangın nereden nasıl çıkmış kim yada ne sebep olsun anlasın, anlasın da anlasın.

Yavaş yavaş meslek grubu belli oldu sanırım, tüm sigorta hukuku, ticaret hukuku, sigorta genel şartları, sektördeki cümle sigorta şirketinin poliçe özel şartları konusunda bilgi sahibi olsun yada en azından bir kere okuyunca ne olduğunu anlasın, derya deniz mesleki bilgisi, tecrübesi olsun.

 Eskiler a,b,c d .. lerin hepsinden anlar, tek branştı , yenilerde tane tane, yavaş yavaş, branş branş….

a) Kara araçları,
b) Hava, deniz ve demiryolu araçları,
c) Emtia ve kıymete ilişkin nakliyat,
ç) Yangın, doğal afet, kaza ve hırsızlık,
d) Mühendislik,
e) Kredi ve finans – Emniyeti suistimal, hukuksal koruma ve destek,
f) Sağlık, hastalık ve ferdi kaza,
g) Tarım ve hayvan hayat

Doğru tahminler olmuştur artık, ayda binlerce km yol yapan, canı yolda, her işten anlayan, hasar nerede o orada “Sigorta Eksperleri” ve eksperlik sistemi…

Türkiye’de 903 gerçek kişi, 439 tüzel kişi, mesleğine devam etmeyen 209 kişinin “Bağımsız Eksper” olduğu ifade ediliyor. Zaten bağımlı eksperde olmuyor. 5684 sayılı Sigortacılık Kanununa göre “Sigorta eksperleri, Sigorta konusu risklerin gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıkan kayıp ve hasarların miktarını, nedenlerini ve niteliklerini belirleyen ve mutabakatlı kıymet tespiti, ön ekspertiz ve hasar gözetimi gibi işleri mutat meslek olarak yapan tarafsız ve bağımsız yapan gerçek veya tüzel kişilerdir” diye tarif edilir.

Bağımsız olmaları da gerekir, herhangi bir sistemde karar veren mekanizmaya güven azaldığında sistem nasıl çökerse eksperde bağımsız olmazsa sigorta sistemi zarar görür. Hasar olduğunda sigortalının Eksper, Tahkim Komisyonu veya son çare Yargı dışında yapacağı çok fazla bir şey yok. Bu nedenle işin başında hasar tespitleri   “Bağımsız Eksperler”ce yapılmalı.

Ancak, yaklaşık 10 yılda bir sınavı açılan binlerce başvurunun olduğu az sayıda insanın kabul edildiği bu meslekte, eksperlik ücretinin sigorta şirketlerince verildiği bir sistemde bağımsızlık konusu tartışılıyor, şirketlerin eksperlerin görevi olmayan bir sürü operasyonel işlerin yapılmasını talep ettiği, ücretlerin diplerde olduğu, eski tecrübeli eksper veya büyük ekspertiz şirketlerinin pastadan büyük dilimi aldığı bir yapıda bağımsızlığına helal geldiğini düşünen yada adil olmadığını düşünen bir sürü eksper var.

Sonunda bağımsız eksperler içinde bağımsızlığını ilan edenler oldu, yeni kanun ile “sigortalı, eksper ataması yapabiliyor”. Şu anda çok işlediği söylenemez, yeni bağımsızlar sigortalıdan ihbar alıyor, rapor sonrası ücret ödenmesi ise hala karmaşa, tartışmalı bazen mahkemelik. Önerilen Hazine Müsteşarlığı yada TOBB gözetiminde eksper havuzdan atansın, ücret havuzdan ödensin adil sayıda hasar dağılımı olsun v.b..

Eksperler bağımsız mı değil mi, nasıl konumlanmalı,  eksper, şirket, sigortalı unsurları ortak güven ortamı içinde adil ve bağımsız bir noktada nasıl buluşur tartışmaları daha da sürecek gibi kısa zamanda çözülmesi bekliyor, umuyoruz.

Sinan Doğan OTSAVUR

Yangın, Doğal Afet, Kaza ve Hırsızlık

Branş Eksperi

ANTALYA

e-mail :[email protected]

 

İki Yıl Burada, İki Yıl Şurada…

Bir dönem şirket için “vizyon ve misyon” belirlemek çok önemliydi ve kullanımı yaygındı. Göreve gelinir, en kısa sürede şirkete bir “vizyon ve misyon” belirlenirdi.

Özellikle ekonomik krizden bu yana “vizyon ve misyon” deyimlerini artık duymaz olduk. Oysa, vizyon ve misyon ile şirkete, 3-5 yıllık orta vadede ve bazen daha uzun vadede hedefler belirleniyordu. Sonra da, bu hedeflerin gerçekleştirilmesine dönük stratejiler belirleniyordu. Stratejilere uygun aksiyon planları, iş planları yapılıyor ve aksiyona geçiliyordu.

Bu deyimlerin şirket terminolojilerinde yer almasının belki de en güzel yansıması, hedeflerin orta vadeli konulması ve bu yönde çalışılmasıydı.

Çok kısa süre önce, şirket üst yönetimleri süresiz sözleşmeler ile görevlendirilir ve orta vadede şirketi nereye götürmeyi hedefliyor? ve bunu başarabiliyor mu? kriterleriyle değerlendirmeler yapılırdı.

Son dönemde şirket sermayedarlarının yönetici seçiminde ve şirketlerinin yönetiminde çok profesyonelce çalıştıklarını gözlemliyorum. Hedefler belirleniyor, hedefler sorgulanıyor, kısa vadede başarı yoksa yeni yönetim göreve getiriliyor ve eski yönetim gönderiliyor.

Etkiye tepki olsa gerek, şirket yönetimleri de görevlerine daha profesyonel yaklaşmaya başladılar. Kaç para kazanırım? Özlük hakları ne? Yan haklar nasıl artırılabilir?

Bu denli profesyonel yaklaşım iyi mi oldu, kötü mü bilmiyorum

Artık, üst yönetimler ile 2 en fazla 3 yıllık sözleşmeler yapılıyor. Şirket yönetimi bu 2-3 senelik dönemi tamamlamaya odaklanıp, şirketin orta ve uzun dönemli hedeflerine bakmaz oluyorlar.

Hukuki açıdan çok rahat, her iki taraf da sözleşme sonunda memnun değilse sorunsuz şekilde ayrılabiliyorlar. Ancak, şirketin yönetimini 2-3 yıllık dönemler ile profesyonellere emanet etmek; profesyonellerin de eğitim, motivasyon, alt yapıya yatırım, çalışana yatırım vb. gibi orta vadeli gelişmelere değil, hemen sonuca gitmeye dönük, kestirmelere yöneltiyor.

Kötü olmadı mı sizce de? Üst yönetim geleceğe 2-3 yıllık gözlükle bakarsa, çalışanlar hangi döneme bakarak çalışırlar? Elbette onlarda 2-3 yıllık vadelere bakarlar.

2 yıl burada çalışayım, sonrasına bakarız. 2 yılda şurada geçirsem, sonra…

Olur mu böyle sağlıklı şirket yönetimi?

Nerede hata var?

Ben mi yanlış düşünüyorum acaba? Yoksa 2-3 yıl sonrasını şirketler kendileri de mi göremiyorlar?

Bu gelişmelerden yola çıkarsak gelecek kuşakların 6 aylık, 1 aylık sözleşmelere imza atacaklarını düşünmek çok mu abartı olur?

Kurumların da Vicdanı Rahatlamak İster

2003 yılında kuzenlerimden bir tanesinin, sözleşmeli ana sınıfı öğretmenliği yaptığı köy okulunda, 30 öğrenciye 4 oyuncak düştüğünü öğrendiğimde, o dönem yeni ayrıldığım sigorta şirketindeki arkadaşlara telefon ettim ve Evlerindeki oyuncakları bana gönderebilirler mi? diye sordum.

20-30 oyuncak beklerken tam 4 koli oyuncak geldi. Önce kuzenimin görev yaptığı okuldan başlamak üzere, rastgele yola çıkıp 7 köy okulunu gezip, çocuklara oyuncak dağıttık.

Ellerinde oyuncakları ile çocukların fotoğraflarını çekip, sigorta şirketindeki arkadaşlara gönderdim.

O sevinçli çocuk gözlerinden daha güzel ne olabilir ki? Oyuncakları dağıtanlardan birisi olarak (Diğeri de en doğrusunu yapan Ali)  “o anı” yaşamaktan en fazla keyif aldığım günlerden bir tanesini yaşamıştım.

Aynı zamanda, İç Anadolu Bölgesi’nde, dünyanın her yerinden milyonlarca turistin ziyaret ettiği Ürgüp gibi bir ilçenin, çevresinde bu denli oyuncağa ihtiyaç duyulan köyler ve okullar  olduğunu,  geç öğrenmiş olmanın da şaşkınlığını yaşamıştım.

2006 yılında pazarlama departmanının fikri ile bu defa Güneydoğu Anadolu’da, ekonomik nedenlerle  okula gönderilmeyen kız çocuklarının okula geri dönmelerini sağlayan bir proje kapsamında, önce 74 kız çocuğu ile başlayıp, daha sonra sayıları 100’ü geçen kız çocuğuna, okullarından mezun oluncaya kadar burs sağladık. Üstelik bu organizasyona acentelerimizi ve banka şubelerimizi de, bir kampanya ile kattık. Şu üründen şu kadar satan her acentemiz/banka şubemiz adına bir kız çocuğuna sponsor oluyorduk.

Urfa’da yapılan törene katıldığımızda bir şirket yöneticisi olarak, kurumumuz için çokta önemli olmayacak meblağlar ile çocuklara sevinç, mutluluk verdiğimiz ve mutluluklarını gözlerinde gördüğümüz için inanılmaz bir haz yaşamıştık.

Ben, tıpkı insanlar gibi, kurumların da bu tür sosyal fayda sağlayacak aktiviteler ile, her şeyin para olduğu bir dünyada, kendilerine bir soluk aldırmaları gerektiğini, bu tür faaliyetleri çalışanları ile paylaşarak onlara da; böylesi sosyal fayda sağlayan bir kurumda çalışıyor olmanın keyfini yaşatmak gerektiğini düşünüyorum.

Üstelik, bazı organizasyonlar için çok uzaklara bakmaya bile gerek yok; evinizde çocuklarınızın artık oynamadığı oyuncaklar, giymediği giyecekleri paylaşmak için çevre illere, çevre ilçelere ve onların köylerine bakmanız yeterli. Hiç tanımadığınız bir çocuğun hayatında önemli bir an yaşatmak, zorlu yaşam mücadelemizde maddi olmayan bir hazzı kuruma ve çalışanlarına yaşatmak güzel olmaz mı?

Harekete geçmek için kurumdan bile bir şeyler beklemeye de gerek yok, açın haritayı, bulun bir köy okulunu, googlelayın telefonunu, sorun oyuncak ihtiyacı var mı diye öğretmenlere, okul yöneticilerine…

Gerçekten Bu Kadar Zor mu?

Teftiş Kurulu yıllarımdan itibaren nedense bana hep sorunlu görevler, işler  verildi. Yıllar sonra başkan yardımcım ile yediğim yemekte içimde kalmasın diyerek  sordum, neden beni hep sorunlu görevlere gönderdiniz? Diye.

Görev adamıydın Ertuğrul dedi.

Çalıştığım iki sigorta şirketi de göreve başladığımda sıkıntılıydı. Her ikisini de bir şekilde ve ekipçe çok çalışarak karlı hale getirdik. Her ikisinin de satış rakamları sektör rakamlarının üzerinde gerçekleşti. Elimizdeki sihirli değnek, kimsenin yapmadığını yapmak ve  cesaret edemediklerine cesaret edebilmekti.

Piyasa şartları zorlaştıkça daha da zorlanan şirket yönetimlerini, mevcut sistemi sürdürme konusundaki ısrarlarını anlamakta güçlük çekiyorum. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde etmeyi düşünmek, olsa olsa zaman kazanmaya çalışmak olabilir.

Neden farklı methodlar, daha radikal yöntemler denenmeye çalışılmıyor. Aynı dağıtım kanallarından, aynı ürünleri, aynı uw kuralları ile değerlendirip, aynı ekip ile satmaya çalışmak ve bundan da geçmişten farklı sonuçlar elde edeceğini ummak,  nasıl açıklanabilir ki?

Eğer konu zaman kazanmaya çalışmak değilse; ya cesaret yoktur, ya nasıl yapılacağı bilinmiyordur.

Cesaret konusunda şunları söyleyebilirim. Mevcut sistem devam ettirildiğinde de, farklılıklara yönelindiğinde de sonuç başarısız olacaksa, tek bir müeyyidesi olabilir, işsiz kalmak. Cesur davranılıp, farklılıklar denenebilirse hiç olmazsa başarı şansı var. Diğerinde sadece beklenen son ne zaman gerçekleşecek,  diye oturup beklemek seçeneği var ki, insanın kendisine yapabileceği en kötü eziyet.

Kötü sonun gelmesini beklemek kadar zor, yıpratıcı bir süreç olabilir mi?

Nasıl yapılacağı bilinmiyorsa, yönetici sensin. Bilen insanlar, ekip arkadaşları bul veya biraz maliyete katlanıp bu konuda uzman danışmanlarla çalış. Benzer koşullar Dünya’da sadece senin şirketinde yaşanmamış. Onlar nasıl çözümler üretmişler ara ve bul. Sen yeter ki cesur ol, ekibin ve kararlarının arkasında dur. Ne kaybedebilirsin ki? En fazla işini. Bulursun veya kurarsın yenisini.

Cesur ama başarısız olanlar içinse şu güzel söz unutulmamalı: Güneş balçıkla sıvanmazmış.

Fikrim var Param Yok

Geçtiğimiz günlerde girişim yapmak isteyen iki üniversite öğrencisi mail aracılığı ile bana ulaştılar. Fikirleri bildiğim alanlar dışında olmasına karşın, taleplerini kırmadım, en sevdiğim mekanlardan Kuzguncuk’taki, Çınaraltı Cafe’de bir araya geldik.

Üç ayrı girişim fikirleri vardı. 23 senelik çalışma hayatımın verdiği tecrübe ile, bir 23 yıl da düşünsem aklıma gelmeyecek fikirler. O pazarları çok bilmemekle birlikte, üniversiteliler fikirlerini öyle bir anlattılar ki, en azından bir tanesi iş yapar gibi geldi.

Öğrencilerin, pek çok profesyonelin aklına gelmeyecek fikirleri vardı ancak, bu iş fikirlerini hayata geçirmek için sermaye ihtiyaçları vardı ve de bu sermayeyi nasıl ve nereden bulacaklarını bilmiyorlardı.

Angel Investor,  Venture Capital ve Private Equity kavramları ile sanıyorum, son on yıldır  aşina olmaya başladık, ancak henüz yeterince yaygınlaşmadı. Bankacılık sektörünün ise bu tarz girişimleri destekleyebilecek bir yapısını (angel investor olmaya dönük son dönem gelişmeleri hariç tutuyorum) bugün için ben görmüyorum.

Çünkü, bu finansal aracılar “girişimin başarılı olmaması, verdikleri paranın batması, risklerini alıyorlar.” Bildiğimiz bankacılık sistemi ise verdiği krediyi bir şekilde teminatlandırıyor ve geri dönüşünü, işin başarısından bağımsız, garantiye alıyor.

Görüştüğümüz bir yabancı private equity firması temsilcisi; “Biz her bir yatırımımızın, yatırılan sermayenin 30 katını elde etmesini bekliyoruz. Aynı anda 100 yatırım yaptığımızda bunlardan 3 tanesinin bile başarılı olması ve exit (şirketin satışı veya ciddi karlılık yakalaması) ile 30 katlık getiriyi getirmiş olsa, toplam fon tutarını koruyabildiklerini” söylemişti. Demek ki pek çok yatırımda paralarının batması riskini alıyor ve yaşıyorlar. Bu tarz yatırımcıların kimi yatırımın 3 katını, kimi 5 katını hedefleyerek risk alıyor, girişimlere fon sağlıyorlar.

Öte yandan beyaz yakalı profesyonel olarak çalışıp, yeni bir iş yapmak isteyen ve bunun için yüksek olmasa da ellerinde para bulunduğunu söyleyen çok sayıda insan da biliyorum.

Demem o ki; gerçekten iş yapabilecek fikirleri, iyi bir iş planı hazırlığı ile; elinde ufak ta olsa birikimi bulunan ve yeni bir işe yatırım yapmaya hazır insanları bir araya getirebilecek bir sistem kurulsa nasıl olur?

Belkide vardır ben bilmiyorum?