Golden Retriever ile Birlikte Yaşamak

Yaklaşık 10 yıldır bir ve son bir yıldır da iki Golden Retriever ile birlikte yaşıyoruz.

IMG_2225

Süper dostlar.

Çocuklar onları çok seviyor, onlar da çocuklarla çok iyi geçiniyorlar.

Sevgi delisi, insan canlısı ve çok akıllılar.

Birlikte yaşamak çok güzel ancak; tüm diğer cinslerde olduğu gibi, birlikte yaşamaya başlayacağınız ilk andan itibaren mutlaka bazı kurallar içinde yetiştirilmeleri gerekiyor.

Eğitimleri konusunda ilk Golden’ımız evimize gelmeden  önce; bize, başlangıçtan itibaren neler yapmamız gerektiği anlatılmasa idi, muhtemelen birlikte bu denli rahat bir 11 sene geçiremezdik.

Bunlardan bazılarını sizlerle de paylaşmak istedim.

-Köpekler sizlerin yanına geldiğinde kendilerini yeni bir “sürü” içerisinde kabul ediyorlar. Evdeki erkek fiziksel nedenlerle (iri, güçlü) sürünün lideri. Evin kadını ise hastalanınca ya da yaralanınca şefkat talep edilen/edilecek kişi olarak, hafızalarına hemen kaydediliyor.

-İlk eve geldiğinde, “sürüde” kimlerin olduğunu anlayabilmesi için, mümkünse birkaç gün eve misafir kabul etmeyin.

-Sizinle, Lider olma mücadelesine girmemeleri için; 

  • Yemeği önce siz yedikten sonra onların yemelerine izin verin.
  • Sizin oturduğunuz seviyeye çıkmalarına, aynı koltukta oturmalarına izin vermeyin.
  • Aynı Seviye de yatmayın.
  • Bir eşyayı kim alacak mücadelesi/oyunu yapıyorsanız, ona yenilmeyin.

Yoksa, hırçın en iyi ihtimalle şımarık bir köpeğiniz olur ve geri dönülmesi çok zor olur.

Özellikle yemek konusunda size “duygu sömürüsü” yapacaklardır. İtiraf etmeliyim k; bu konuda çok yetenekliler.

-Köpeğinize bir şeyi öğretmek istiyorsanız, “tam eylemi yaptığı sırada o eylemin adını tekrarlayın.” Örnek: oturduğu sırada “otur”,  yattığı sırada “yat” kelimelerini tekrarlayın. Zaman içinde bu kelimeleri söylediğinizde, istenen eylemi yapacaktır.
-Köpeğiniz ne söylediğinizden çok hangi ses tonu ile söylediğinizi anlıyor. Bu nedenle sevgi gösterirken yumuşak ses tonu ile söylemeniz yeterli, yapılmasını istemediğiniz bir harekette de sert bir ses tonu ile “hayır” demeyi deneyin. Kesinlikle en ufak şiddet kullanmayın.

-Her birinin ayrı karakteri olduğunu da söylemeliyim. Aynı anne-babadan olsalar bile.
-Sandığınızdan zekiler ve boşluklarınızı bulup kullanmada mahirler. Örnek: Kuru mama yiyorsa üstüne bir kez başka bir yemek koyduğunuzda, sonraki yemeklerde bunu yine bekleyecekler ve bir süre sade kuru mamayı yemeyebilecekler.
-Köpeğinizin bir zaman kavramı yoktur. Bu nedenle evden çöp atmaya ayrıldığınızda da uzun bir seyahatten geldiğiniz de de “hoş geldin coşkusu yapacaktır.”

-Evde yalnız başına ve gürültü yapmadan kalabilir. Sadece, evden ayrılırken çok abartmadan veda yapın ama eve her geldiğinizde ona tezahürat edin. Sonraki sefer onun için beklemeye değer bir şey olsun.
-Köpeğinizle ilgili konularda onunla konuşun. Benim gözlemim işe yarıyor. Örnek: Bir yere bırakacağınız zaman, “sonra gelip seni alacağım” dediğinizde ayrılmaya tepkisi ile öylece bıraktığınızdaki tepkisi farklı oluyor.
-Sosyalleşmelerini istiyorsanız köpeğinizin  başka köpeklerle (çok sert olmayan) koklaşmalarına izin verin. Koklaşma sırasında aniden tasmayı çekmeyin, asıl bu köpekler arasında sertliğe yol açıyor.
-Yeni Golden’ımız bebek olarak eve geldiğinde öğrendik ki; Köpeğiniz için bezler çıkmış. Evde birlikte yaşayacaksanız, ilk yapmanız gereken,  “tuvalet eğitimini vermek.”

Evde ilk gecesini geçirmek üzere, tuvaletini yapmasını istediğiniz yere (Balkon, banyo vb. gibi) götürün. Bir gece orada yalnız kalması gerekiyor. (o gece siz ve komşularınız köpeğinizin mutsuz sesine dayanmak durumunda:))) Köpeğinizi getirmeden önce bu alana geniş şekilde gazete veya bez serin.

İstediğiniz O yere tuvaletini yaptıkça, zaman içinde bez ya da gazeteleri yavaş yavaş azaltın ve bu alanı daraltın.
– Her seferinde tuvaletini istediğiniz yere yaptığında, yaparken “aferin” deyip bir ödül verin; ve istemediğiniz bir yere yaptığında eylem sırasında “hayır” diyerek yanlış yaptığını hissettirin. Eylemi geçtikten sonra aferin ve hayır onlar için çok anlamlı değil.

Bir de unutmayın ki köpeğinizin özellikle idrarını tam anlamı ile tutabilmesi için yaklaşık 7-8 aylık (+/-) süreye ihtiyacınız var. Dolaşım sistemleri tam olarak işlevsel hale gelip, “tutabilmeleri” için.
-Golden’lar yaklaşık bir yaşına kadar evde bazı eşyaları kemirecektir. Ama evet/hayırlar ile bir yıl içerisinde bu huyları bitiyor. Sabırlı olun. Fazlasıyla değer.
-Özellikle Golden’larda gözlemlediğim bir noktayı da belirtmek isterim. Golden sevgi bekler, ister. Bahçede kalır mı? Daire de yaşar mı? Kalır. Yaşar… Yeter ki yanında insan olsun, siz olun.
-Köpeklerde 1 yıl insan yaşı ile 7 yıla tekabül ediyor. 10 lu yaşlarda yaşlandıklarını anlayabiliyorsunuz.
. . .
Bir köpek dost edinilmesini herkese tavsiye ediyorum ama; özellikle orta yaş sonrası kişilere,  köpek sahibi olmalarını özellikle tavsiye ediyorum. Karşılıksız sevgi almanın yanı sıra, mecburen spor yapıyorsunuz. (Çünkü günde 2-3 defa gezdirmeniz gerekiyor, Üstelik Kış yaz fark etmez.:))
Çok iyi dostlar, sevgileri hiç bitmiyor. Kötü enerjinizi alıyorlar. Size mecburen yürüyüş egzersizi yaptırıyorlar. Ama unutmayın ki; bir köpek ile yaşamaya başlamak demek; hayat tarzınız değişecek demektir. Eviniz, arabanız, tatil zamanlarınız ve yerleriniz. Çok iyi düşünerek alın. Ama, bu sorumluluğu taşıyamayacaksanız hiç almayın.
Bana soruyorsanız: İyi ki varlar… Tüm sorumluluklara değer…

Not: Dost Kitabevi Yayınları Pratikler Dizisi:4,  “Köpeğinizi Nasıl Bilirsiniz?” (Yazan: Desmond Morris) isimli kitabı okumanızı öneririm.

Sigorta Sektörü Haziran 2011 Sonuçlarını Nasıl Okumalıyız?

TSRSB tarafından yayınlanan Haziran 2011 sektör sonuçlarını incelediğimizde, Sektörümüzün gittiği yön konusunda bazı saptamalarda bulunabiliriz.

-Hayat ve Hayat Dışı Toplam Sigorta Prim Büyüklüğü 8.912.645.849 TL’ne ulaşmış ve %24.45 büyümüştür. Enflasyonu %6-8 arasında değerlendirirsek, ciddi bir reel büyüme gerçekleşmiştir.

-2010 yılı aynı döneminde Hayat Primi/Toplam Prim oranı %15.58 iken, 2011 aynı dönemde Hayat/Toplam Prim %17.31 e yükselmiştir. (Hayat Şirketleri Büyüme Oranı %39.54)

-Hayat Dışı Branşlarının oranlarında da ilginç bir dağılım ile karşılaşmaktayız.

Sektörün uzun yıllardır temel branşlarından “Yangın ve Nakliyat” branşlarının payları düşmekteyken, ağırlıklı olarak Mühendislik branşının yer aldığı “Genel Zararlar” branşının payı belirgin oranda artmaktadır. (%8.91 den %11.27 ye yükselmiş)

-Hayat Dışı Şirketlerde Sektör Liderinin Pazar payı artarak %12.09 dan %12.75 e çıkmıştır.

-Hayat Şirketleri içerisinde Pazar Liderinin payı %28.29 dan %36.26 ya çıkmıştır.

-Hayat Dışı Şirketlerde ikinci 10 Şirket ilk 10 şirketten daha fazla büyürken, Hayat Şirketleri içerisinde ilk 10 Şirket daha fazla büyümüştür.

Trafikteki mevcut araçlar için sunulan iki üründen kasko primi %23.53 büyürken, Trafik primlerinin sadece %14.68 büyümesi de ilginç bir tablo sunmaktadır.

Daha Fazla Bilgi için:

http://www.tsrsb.org.tr/haber/2011-haziran-ayi-istatistikleri-belli-oldu

Türkiye’de Surety (Konuk Yazar: Emre Şerifoğlu)

Bir süredir sigorta şirketleri, en azından büyük şirketler ve büyümek isteyenler, bireysel ve KOBİ segmentindeki müşterilere daha fazla odaklanmakta; kurumsal segmentte yer alan müşteriler ise yoğun rekabet nedeniyle daralan kar marjlarının etkisi ile cazibesini yitirerek şirketlerin odağının dışında kalmakta. Pek çok şirket yeni stratejilerini de bu yönde şekillendiriyor. Ve bu durum kurumsal işlerle ilgili herkesin aklına aynı soruyu getiriyor; sigorta şirketleri artık kurumsal alanda yatırım yapmayacaklar mı?

Aksine tam da bu noktada şirketlerin kurumsal segmentte akıllıca yatırımlara yönelmeleri gerekiyor; çünkü ne dersek diyelim kurumsal işler halen pastanın önemli bir kısmını oluşturuyor ve ürün çeşitliliği açısından halen gidecek yolumuz var. Bireysel segmentte daha fazla müşteri kazanma yoluyla büyüme hedeflenirken, kurumsal segmentte ise mevcut müşterilerde değişik ve karlı ürünlerle derinleşmenin hedeflenmesi daha doğru görünüyor. Bu bağlamda, özellikle sektördeki global oyuncuların yurtdışında sundukları farklı ürünleri ülkemizde de sunmaya başlamaları oldukça önemli. Son dönemde bu şekilde öne çıkan yeni ürünlerden birisi de “surety bond” yani kefalet bonosu.

Surety bond – kefalet bonosu basit bir tanımla; Lehdarı, karşı tarafla yaptığı sözleşmenin gereğince yerine getirilmemesi sebebi ile uğradığı zarara karşı koruyan bir sigorta ürünü olarak ifade edilebilir. Örnek vermek gerekirse, bir ihale makamından bir havaalanı inşaatı projesi üstlenen müteahhit firmanın, söz konusu projeyi sözleşmede yer alan şartlara uygun bir şekilde tamamlayacağının güvencesi ya da bir konut projesinin zamanında ve istenen şartlarda tamamlanacağına dair bir güvence olarak surety bond karşımıza çıkmakta.

Türkiye ve Avrupa’da surety bondlara en yakın alternatif ise banka teminat mektupları. Gerçekten de pek çok durumda bu iki ürünün kullanım yerleri örtüşmekte, pek çok durumda da aynı işe hem mektup hem surety verilmekte. Ancak bazı temel farklılıklar bulunmakta:

– Teminat mektubu şirketin banka limitlerini azaltır, surety bondların bu limitlere bir etkisi yoktur,
– Teminat mektubunda lehdarın talebi ile tazminat ödenirken, surety bondlarda bir hasar süreci işletilir,
– Teminat mektubu verilmesinde genellikle banka tarafından bir teminat istenir, ancak surety işlemlerinin büyük kısmında teminat aranmaz.

Peki Surety için doğru zaman mı? Yanıt bence evet. Dünyanın en büyük 225 inşaat firmasından 33’ü artık Türk firması. İnşaat sektörü, ülkemizin ekonomik büyümesinde lokomotif rol oynuyor ve yerli firmaların üstlendikleri uluslararası işlerin hacminin 2015 yılında 50 milyar USD tutarına ulaşması hedefleniyor. Ayrıca bankaların kredi büyümelerinin %25 düzeyinde sınırlanması, kaynakların kurumsal kredilerden daha karlı olan bireysel kredilere kayması sonucunu doğurdu, doğal olarak da teminat mektubu fiyatları yükseldi. Bu açıdan bakıldığında ise, pek çok işlemde surety bond teminat mektubuna kıyasla daha uygun fiyatlarda sunulabildiğini görüyoruz.

Sonuç olarak; surety bondların ve bu gibi karlı, aynı zamanda da diğer ekonomik aktörleri destekleyen farklı ürünlerin yerel piyasada uygulama bulması, sektörün derinliğinin artması, ürün çeşitliliği ile birlikte risklerin daha doğru dağıtılması, yeterli kar yaratamama sorununun azaltılması ve en nihayetinde de sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme trendi yakalanması açısından önem taşımaktadır.

Emre Şerifoğlu,

Sigorta Sektörü Nasıl Kar Eder?

Türk Sigorta Sektörü Haziran 2011 sonuçları TSRSB tarafından açıklandı.

Bu sonuçlara göre; Hayat Dışı Sigorta Şirketleri prim üretimi 2010 yılı aynı dönemine göre %21.34 büyümüş.

Toplam Hayat Dışı Sigorta Şirketleri prim üretimi de 7.060.644.575 TL ne ulaşmış. (2010 6. Ay 5.819.061.961 TL idi)

Portföy yapısına baktığımız zaman, bu üretim içerisinde Kasko-Trafik ve Sağlık branşlarının payı %60.

Kasko-Trafik ve Sağlık branşları sektörde uzun bir süredir zarar üreten üç branş olmakla birlikte, aynı zamanda insanların sigorta denilince akıllarına gelen ve en çok satın alınma ihtiyacı duyulan üç branş.

Bir ürünün karlılığını etkileyebilecek unsurlar:

1- Ürünün İçeriği (teminat),
2- Ürünün fiyatı/ Pazardaki Rekabet.
3- Dağıtım kanalı maliyeti,

1- Ürünün İçeriği (teminat)

Türkiye Pazarında var olan ürünler, teminat içeriği olarak pek çok gelişmiş ekonomideki benzer sigorta ürünlerden farklı olarak, “All Risk” ürünlerdir. Pazarda herhangi bir şirketin yeni bir teminat eklemesini takiben 1 ay içerisinde Pazar baskısı nedeniyle söz konusu teminat tüm yaşayan ürünlere eklenmektedir.
Örnek: Kasko da hasar anında “ikame araç teminatı” bazı ülkelerde üründen ayrıca satılmaktayken, Türkiye de 15 gün 1 ay ikame araç verilmemesi garip karşılanmaktadır.

2- Ürünün fiyatı/ Pazardaki Rekabet

Ortak bir istatistik havuzu olmadığı için her Şirket kendi geçmiş istatistiklerinden faydalanarak ürün fiyatı belirlemektedir. (Son dönemde geliştirilen TRAMER, SAGMER tarzı havuzların katkıları inkar edilemez) Her üç branşında fiyata duyarlılığı çok yüksektir. Şirketin istatistiklerinin yanı sıra, piyasa rekabeti nedeniyle fiyat serbestçe belirlenememektedir.

Sigorta pazarında, henüz Pazar Yapıcı şirket veya şirketler oluşamadığı için, pazarda daha fazla pay almak isteyen şirketler, bu üç branşta rekabetçi olmak zorundadırlar.

3- Dağıtım kanalı maliyeti

Mevcut yapıda ağırlıklı olarak dağıtım kanalı acentelerdir. Bireysel müşteriye klasik acente yapısı ile ulaşmak maliyetlidir. Rekabet nedeni ile bu maliyeti müşteriye değil, ancak Sigorta Şirketine yüklemek mümkündür.
Ne mi yapmak lazım? Yeni alternatif dağıtım kanallarına yönelmek lazım. Bu alanda çok büyük bir potansiyel var.

Markete sadece bu dağıtım kanallarını kullanmak amacıyla gelen şirketler var.

Sigorta Dükkanım Brokerlik Lisanslarını Aldı.

Sigorta Dükkanım Sigorta ve Reasürans Brokerlik Anonim Şirketini kurarken, satışlarımızı internet ve call center aracılığı ile yapmayı planladığımızı duyan bazı dostlarımız (Türk ve yabancı) bize;

-“İngiltere ve ABD de bu sistem başarılı oldu ama İtalya ve İspanya da başarılı olmadı.”

-“Türkiye de sigorta satışlarında insanlar karşılarında bir insan görmek isterler”

yorumları yaptılar.

-“Türkiye de de sigortanın geleceği bu yönde gelişecek ama daha erken”

yorumları yapanlar da oldu.

Bütün bu cesaret kırıcı yorumlara karşın gene de iş modelimizi değiştirmedik, Hayat Dışı ve Reasürans Brokerlik ruhsatlarımızı aldık ve yakında hizmet vermeye başlayacağız.

Bizi Cesaretlendiren neydi?

Türkiye de iş yapış şeklinin ve internet kullanımındaki artışın Kıta Avrupası’ndan farklı olduğunu gösteren bir çok istatistik, bize farklı şeyler söylüyordu. Ve de doymamış sigorta pazarında Bireysel Müşterilere ulaşacak dağıtım kanalı sayısının Bankalar dışında kısıtlı olması.

İşte bunlardan bir tanesi daha çok yeni yayınlandı.

Avrupa Internet Kullanımı Ülke bazında toplam tekil internet kullanıcı sayısı sıralamasına ilişkin Haziran 2011 rakamlarını veren ve internet istatistikleri konusunda hizmet veren bir comScore tarafından yayınlanan istatistiğe göre;

Hollanda, İngiltere ve Türkiye hızlı yükselişte.

Haziran ayında Avrupa’da internette vakit geçirme süresi kişi başına ortalama 26,1 saat olarak gösteriyor ama Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu ve yukarıda adını verdiğimiz 3 ülkede bu ortalama 31 saate çıkıyor.

comScore, raporunda Türkiye’nin tekil kullanıcı sayısı 22.967 milyon ve, her ziyaretçinin ortalama 3.4 sayfa görüntülediğini paylaşıyor.

Bu tablonun da güncellediği bilgilere göre internetten ve call center destekli yeni bir dağıtım kanalı kurmanın doğru olduğunu düşündük.

Sigorta Şirketlerimizden ve Kamu Otoritelerinden de cesaret verici yorumlar aldık.

Satın alınma Sırası Acente ve Broker’larda…

2007 den bu yana sigorta şirketleri hızla, uluslararası sigorta grupları tarafından satın alındı. Çok az sayıda lokal sigorta şirketi kaldı.

Hemen ardından, Sigorta Şirketleri ile Banka Dağıtım kanalları uzun süreli anlaşmalar yapmaya başladı.

Banka dağıtım kanalı satın alma dönemi de hızla tamamlandı. Bir sigorta şirketi ile birlikte çalışmayan banka dağıtım kanalı da neredeyse kalmadı.

Sigorta Sektöründe Birleşme ve Satın Almalara konu olacak bir sonraki değer: Aracılar. (Acenteler, Brokerlar)

Niye Türkiye? sorusuna cevap çok net.

Gelişmiş ülkelerde sigorta pazarı doymuş. Sigortacılıkta büyüme potansiyeli gelişmekte olan ülkelerde.

Coğrafi olarak batıya yakınız. Kültürel olarak benzerliklerimiz çok.

Sigortacılık Mevzuatımız, uluslararası standartlarda ya da olmak üzere.

Ancak; şu konunun bir kez daha altını çizmek isterim, “satın alınmaya konu olacak aracıların müşteri portföyü Bireysel” olacaktır. Kurumsal veya ticari müşteri portrföyü değil.

İngiltere de, “müşteri datası elde etme maliyetinin, müşteri başına yaklaşık 100 Pound” olduğunu düşünürsek ve Türkiye de henüz sigorta sektörünün ulaşamadığı devasa ve de genç bir nüfus olduğunu düşünürsek; sizce sırada hangi satın almalar var?

Bence sıra; sağlıklı çalışan (kurumsallaşmış) aracılarda. Yani Acente ve Broker’larda.

İlk hedefler mi?

Tabi ki kurumsallaşmış, çalışanları ile, süreçleri ile gerçek bir “Şirket” olmuş, belirli bir müşteri portföyüne sahip sigorta acenteleri.

Peki siz acente dostlarım, bu tarz bir gelişmeye açık ve hazır mısınız?

Müziğin Dili Yok

Bir kez daha anladım ki, güzel müziğin dili ve milliyeti yok.

Sözlerini anlamasanız da güzel ses, güzel müzik tüm sınırları aşıyor.

Genellikle müzik albümlerini baştan sona bir kez dinledikten sonra, varsa çok hoşuma giden parça sürekli onu dinlerim.

Şimdi onlardan bir tane daha buldum.

ZAZ adında yeni bir grup var. Je-veux isminde de (albümün 2. Parçası) harika bir şarkı var.

Bu şarkıdan, insana kendisini iyi hissettiren güzel bir duygu yayılıyor. Solistin hafif çatallı sesi mi?, Yoksa müzikteki 1930-40 lı yıllar Fransız şarkılarına benzerlik mi bilmiyorum.

Ama zaten çokta sorgulamıyorum. Alın, dinleyin…Ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Ofiste, Zamanımızın Büyük Kısmı Mail Okumak ve Yollamak ile Geçiyor.

Ofiste, mail ve internete bu denli bağımlı olduğumuzu bilmiyordum.

02.05.2011 tarihinde, Sigortadukkanim.com kuruluş çalışmalarına ofis ortamında devam etmek üzere, yeni ofisimize taşındık. Yaklaşık 1 hafta, altyapı çalışmaları nedeniyle internet ve mail olmadan çalışmaya zorunlu kaldık.

Bu durum, tam bir felaket. Mail olmadan sanki gün geçmiyor. Elimiz, kolumuz her şeyimiz mail olmuş. Sanki Dünya ile bağlarımız kesildi. Çalışmıyormuşuz hissi yaşadık. Sonra bağlantılarımız yapıldı ve normal hayatımıza geri döndük.

Fikirlerine çok değer verdiğim bir dostum; “Bir çalışan günde 3 saat verimli çalışılıyorsa, o kişi iyi çalışıyor” demişti. Bu nedenle fazla mesai yapılmasına karşı çıkıyordu. Aynı zamanda herhangi bir toplantının mesai saatleri dışında yapılmasına da itiraz ediyordu.

Mail ve internet ile geçirdiğimiz zamanı çıkardığımızda, iş için geçirdiğimiz zaman günde 3 saate ancak ulaşıyor. Bağlantının olmadığı dönem, bir kere daha bu dostumun dile getirdiği yorumların doğruluğunu gösterdi.

Yarım gün boyunca ofisteki mail bağlantılarını kesin. Bakın, günlük mesainizin ne kadar çoğu, mail okumak ve yollamak ile geçiyor. İnsanlar bir anda hareketsiz kalıyorlar.

Peki, mail ve internet olmadığında ne yapıyorduk? Daha mı fazla çalışıyorduk? Yoksa işyerinde zaman geçirmenin başka yolları mı vardı?

Keşfedilmeyi Bekleyen O Denli Büyük Bir Evren Var ki?

Hiç düşündüğünüz oluyor mu? Uzay dan bakınca Dünya isimli gezegen ne kadar küçük görünüyordur?

Hiç düşündünüz mü? Günlük sıkıntılarımız, sevinçlerimiz, koşuşturmalarımız, koca bir Evren içerisinde ne kadar önemli olabilir?

Dünya’nın ekseni etrafındaki dönüşünde 1 derecelik sapmanın yaratabileceği ısınma ve soğumanın günlük hayatımızı nasıl değiştirebileceğini?

Ben zaman zaman düşünüyorum.

Tarihin akışı içerisinde teknolojik olarak çok ilerlediğini düşündüğümüz insanlığın, bilmediği, görmediği, o denli büyük bir Evren var ki.

Tarihe baktığımızda, akışı değiştiren pek çok önemli olay var.

Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, İki Dünya Savaşı gibi.

Şimdi de bir Devrim yaşıyoruz gibi geliyor bana. Sosyal Medya Devrimi.

Bir süredir, Küreselleşme (Globalizasyon) etkisi ile Dünya’nın her tarafında yeme-içme, giyinme, yaşama alışkanlıkları birbirine hızla benzemeye başlamıştı.

Hemen ardından ve belki de Küreselleşmenin devamı ve tamamlayıcısı olarak, Sosyal Medya aracılığı ile insanlar Dünya’nın her yerindeki başka insanlarla yoğun iletişim halinde olmaya başladı.

Örnek: Sizin Linkedin, Facebook, +1, Twitter vb. ağınızda kaç farklı milletten insan var?

Fransız Devrimi ile milliyetçilik akımları yayılmıştı. Sanayi Devrimi ile tarımdan-sanayiye ve köyden-kente göç olmuştu.

Yaşanmakta olan Sosyal Medya Devrimi ile Dünya Vatandaşları başka ortak paydalar altında birleşecek olabilir mi?

Yeni bir toplum, coğrafi yapı, siyasi yapı altında toplanıyor olabilirmiyiz?

Sonrası mı?

Benim isteğim ve beklentim;

İnsanlığın, bilmediği, görmediği, henüz keşfetmediği, o denli büyük bir Evren var ki.

Bilgiye Ulaşmak Çok Kolay, Ama Aynı Zamanda Riskli mi?

Müfettiş olarak çalışmaya başladığım ilk yıllarda (1993) Banka Muhasebesini, (Genel Müdürlük/Şube) aşağı yukarı herkes biliyordu. Bilmek zorundaydı; çünkü muhasebe elle tutuluyordu.

Sonra devreye yeni software çözümleri girdi. Artık muhasebe sistemden akmaya başladı. Yeni başlayan çalışanlara, muhasebe adımları yerine, o işlemi yapan menüler öğretilmeye başlandı. Örneğin; kasadan tahsilat yapılacaksa “T1”, Ödeme yapılacaksa “Ö1” gibi. Bu menüler işlemleri çok hızlandırdı. Ancak, zaman içerisinde muhasebeyi sadece, muhasebe ile uğraşanlar öğrenir/bilir hale geldi.

Aradan neredeyse 20 sene geçti. Hayatımızın her alanına programlar, software çözümleri girdi. Bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı. Fakat, sadece “mevcut bilgiye” ulaşmak çok kolaylaşırken, işlerin özü de unutulur oldu. Her şeyimiz internet, software oldu.

Pek çok kazanımımız olurken, acaba işlerin özünü unutur mu olduk? Okullarımızda internet dersleri verilirken “menüler mi öğretiliyor?/öğretilecek?”

O işin nasıl yapıldığının özünü bilmek sadece Bilgi İşlem aracılığı ile mi gerçekleşebilecek?

Peki bir gün internete ulaşamazsak ne olacak? Ya da acaba sadece bize verilen bilgilerle mi sınırlı kalacağız? Ya da bir gün; bugün kolayca ulaştığımız bilgilere bir bedel karşılığı ulaşmak zorunda bırakılırsak ne olacak?

Her ne kadar çağın değiştiğini, geliştiğini düşünüyorsak ta; bilgi kaynaklarının sınırları içinde ve de sadece bedel ile ulaşmak zorunda kalabileceğimiz günleri düşünerek, acaba kağıdı, kitabı kullanmaya, yeni bilgilerimizi de kitaplara-kağıtlara aktarmaya devam mı etsek? Yoksa düzenli olarak bugün ulaşabildiğimiz bilgileri, “Hard Disklere” back-up mı alsak?

Çok mu şüpheci bir yaklaşım bu?