Taş Yerinde Ağır

Yöneticilik yaptığım şirketlerde yaptığım en iyi şeylerden bir tanesinin, birlikte çalışacağım ekip arkadaşlarımın seçiminde gösterdiğim başarı olduğunu düşünüyorum.

Hem şirket sonuçlarındaki olumlu yansımalar, hem çalışan memnuniyet anketlerinde elde edilen yüksek memnuniyet  sonuçları ve hem de çalışma arkadaşlarımın sadece Türkiye ile sınırlı kalmayıp, Grubun yurt dışı şirketlerinde de sorumluluklar almaları ve bu görevlerini başarı ile yerine getirmelerinden, bu konuda mütevazi olmayacağım.

Hatalar yaptım mı? Evet.

Bulundukları görevde çok başarılı bazı arkadaşlarımın,  bir üst göreve atanmalarında çok büyük desteklerim oldu. Ancak, bulundukları görevde gösterdikleri başarıyı, yükseldikleri bir üst görevde gösteremeyip; Şirket akışında sorunlar yaşanmasına yol açtıkları olmuştur. Elbette burada sadece söz konusu arkadaşlarımızın bireysel yetkinlik eksiklikleri dışında, çalışma arkadaşları ve hesap verdikleri taraflar ile kan uyuşmazlıkları da söz konusu olmuştur. 

Bir üst görevde başarılı olamamış arkadaşların farklı şirketlerde Genel Müdürlük, Genel Müdür Yardımcısı unvanları ile dahil atamaları yapılmış ve bir kısmı da buradaki görevlerinde başarılarını ispatlamışlardır.

Kimi zaman bulundukları görevde çok başarılı arkadaşların başarılarının, diğer özlük haklarında yapılacak iyileşmelerle, mükafatlandırılması ve/fakat bir üst göreve atamalarının yapılmaması, hem şirket için hem de söz konusu kişilerin iş yerindeki mutluluklarının devamı için daha iyi sonuçlar verebiliyor.

Sigortacılıkta Bankalar İçin Doğru Seçim

Bankalar, hayat dışı sigorta branşlarının dağıtım kanalı  kullanım hakkınıbir sigorta şirketine devrederken; kasko branşında en az üç sigorta şirketinin bulunduğu bir panel aracılığı ile çalışırlarsa daha etkin sonuçlara ulaşabilirler.

2012 yılı 9. Ay sonuçlarına göre Türk Sigorta Sektörü, Hayat Dışı Prim Üretim rakamı 11.958.051.653.-TL gerçekleşti.

1.691.490.959 TL’lık prim (%14.15) Bankalar aracılığı ile üretildi.

 Kaynak:TSB İstatistikleri

Bununla birlikte, sektörün “Kara Araçları” branşı altında ürettiği kasko prim tutarı 3.250.782.577.-TL olurken; Bankaların bu branştaki üretim payı %8.15 ile sınırlı kalarak,  265.050.951.- TL gerçekleşti.  

Oysa, bu branşta da %14.15 oranına ulaşabilselerdi üretilecek prim tutarı 460.000.000.- TL olacaktı.

Bu branşın komisyon tutarı ortalama %15 dir.

Yani bankaların sadece yılın ilk 9 ayı için  kaybettikleri komisyon tutarı yaklaşık 3 mio TL’dir.

Görünen o ki Bankalar, sektörün %27.5’unu oluşturan kasko  branşında, sektörün diğer dağıtım kanallarının ulaştığı satış başarısına ulaşamıyorlar.

Neden?

Sigorta şirketleri, kasko branşında fiyatlamayı kendi istatistik havuzları ve geçmiş “track record” larına uygun olarak yaparlar. Pek çok kriter de bu fiyatlamaya katılıyor olsa da gene de, her şirket istatistiğindeki araçların geçmiş hasar/prim oranlarını baz alıyor.

Böyle olunca da, şirketler,  araçlara ve müşterilere birbirinden çok farklı fiyatlar sunuyorlar.

Kasko, en çok bilinen ve fiyata en duyarlı sigorta ürünü. Müşteri mutlaka birden fazla sigorta şirketinin fiyatını sormak ve en ucuzunu almak istiyor.

Bankalar ise münhasıran (exclusive) çalıştıkları bir sigorta şirketinin “kasko fiyatını” müşteriye sunuyorlar.

Bu nedenle de toplam üretimin %14.15’ini gerçekleştirirken, kaskonun %8.15’inde sınırlı kalıyorlar.

Özellikle 2007 yılından başlayarak pek çok Banka, “Hayat Dışı Sigorta Şirketi” iştiraklerini ve/veya Dağıtım Kanalı Kullanım hakkını sattı. Satış değerlerinde yüksek rakamlara ulaşıldı.

  • Yeni sermayedarlar veya dağıtım kanalı kullanım hakkına sahip sigorta şirketleri açısından, “Türkiye pazarının Bireysel ve KOBİ iş kollarında en etkin dağıtım kanalları bankalar ile imtiyazlı çalışma hakkı elde etmek”  önemli bir kazanım olurken;
  • Bankalar açısından da, bu döneme ilişkin “peşin ve önemli miktarda bedel” alınması önemliydi. Münhasırlık döneminde gerçekleştirilen sigorta satışlarından da aracı komisyonu alınmaya devam edilmekteydi.

Bu formülde doğru çalışmayan veya eksik çalışan tek konu; yukarıda bahsettiğim nedenlerle “kasko branşıdır.”

Not Artışının Sigorta Sektörü’ne Etkileri Ne Olur?

Bugünlerde İMKB endeksi, olası bir “ülke notu artış” beklentisi ile rekora koşuyor.

Peki, ülke notunun “Yatırım Yapılabilir Seviyeye” yükseltilmesi, Türk Sigorta Sektörü oyuncularını nasıl etkileyecektir?

2003 yılında, Ürgüp’ün güzel butik otellerinden bir tanesinin sahibi olan arkadaşım, otelini satmak için 2 milyon USD istiyordu. 2012 yılında aynı otel için düşündüğü bedel 10 milyon USD.

Otel aynı otel, geliri (USD bazında) aşağı yukarı aynı seviyedeydi.

Fark;

  • Piyasada daha fazla nakit ve daha fazla alıcı var.

Olası bir not artışı ile Türkiye’ye daha fazla para girişi olacağı kesin. Ülke içinde yeni kurulacak şirketler için daha ucuz kaynak bulunabileceği de muhakkak; fakat, yabancı sermaye daha çok hali hazırda faaliyette bulunan şirketlere yönelecektir.

Bu şirketlerin değerleri, faaliyetlerinde önemli değişiklikler olmamasına karşın,  hızla artacaktır. Bugün 1 mio TL değer biçilen bir şirketin değeri, artan talep ve nakit ile birlikte kısa zamanda artacak ve 5 milyon, 10 milyon TL olabilecektir.

Şirketlerin değer artışları,  içinde oldukları sektörlerle sınırlı kalmayacak; dalga dalga tüm sektörlere, mal ve hizmetlere yayılacak ve arz-talep dengesinin yeniden belirleneceği bir üst seviyeye kadar, değer artışarı sürecektir.

Not artışına ilişkin piyasalarda bugünlerde oluşan Pozitif Beklentinin yanında, aşağıda belirtilen tarzda Negatif Etkiler de ortaya çıkabilir.

Brezilya’da; kredi notunun artırılmasının ardından, piyasa faizleri yatırımcılara cazip gelmiş ve 2010 yılında 48.5 milyar USD olan Direkt Yabancı Yatırım Tutarı 2011 yılında 66.7 milyar USD’ne yükselmiştir.

Yabancı yatırımın hızla artması sonucu Brezilya parası USD karşısında değer kazanmış,  bu artış ülkenin rekabet avantajını azaltmış (İhracat ve üretimde), Brezilya Hükümeti nakit akımlarının olumsuz etkilerinden korunmak için yeni vergi düzenlemeleri yapmak  ihtiyacı duymuştur.

Ülke Kredi Notunun artması ile kısa vadede sigorta sektöründe şu gelişmeler öngörülebilinir;

  • Sigortalanacak mal ve hizmet değerlerindeki artışlar, öncelikle primleri ve zaman içerisinde hasarları da artıracak,
  • Sigorta sektöründe de şirketlerin (sigorta şirketi, broker ve acente)  değerleri  artacak,
  • Daha fazla şirket yatırımcı bulacak,
  • Değer artışlarının zincirleme tüm sektörleri etkileyeceği düşünülünce, şirket satışları ardından bireysel zenginleşmeler olsa da,   elde edilen gelir ile yeni yatırımlar daha maliyetli olacak ve alım gücü de zayıflayacaktır.

Şirketler ve bireyler için bence en kötüsü, böylesi bir not artışına yatırımda değil de, nakit birikimle girmek olabilir. 

Değişen Satın Alma Alışkanlıkları

 2008 den bu yana devam eden ekonomik krizde, başarılı sonuçlara ulaşan firmaların;

Müşterilerin kriz döneminde daha ucuz mal ve hizmetlere yöneleceğini keşfederek, bu yönde ürün ve hizmet geliştiren şirketler (Mc Donalds gibi) olduğunu,

anlatan bir haber okudum.

Öte yandan, Türkiye’de perakende sektöründe faaliyet gösteren büyük marketler zincirlerinden iki tanesinin yöneticileri ile yaptığımız görüşmelerde bize;

Marketlerde temel ihtiyaç malzemeleri dışındaki ürünlerin satış cirolarında ciddi düşüşler olduğunu, buna karşılık temel ihtiyaç malzemeleri satışlarının aynı hızla devam ettiğini,

ifade ettiler.

Kısaca, kriz nedeniyle, insanların satın alma alışkanlıkları değişti.

Ülkemizde nispeten az hissedilse de, Dünya’da ekonomik kriz tüm hızıyla devam ediyor ve hatta Avrupa’da Ocak – Şubat 2013 aylarında krizin zirve yapılacağı da konuşuluyor.

Sigorta sektörünün de, müşterilere sunacağı ürün ve hizmetlerde değişen bu satın alma alışkanlıklarına dikkat etmesi gerekiyor.

Nasıl yapılacağı, şirketlerin başarısını belirleyecek olmakla birlikte; insanlar bu dönemde, “temel ihtiyaçlarına ve olabildiğince ucuz maliyetlerle ulaşmak için para harcamaya” razılar.

Oyuncak Steteskop

2006 yılıydı, 2 yaşındaki kızıma oyuncak bir steteskop aldım.

Konu, Doktorluk mesleğini çocuklara anlatmak zannediyorsanız, yanılıyorsunuz.

Steteskopun kullanım amacı, daha değişikti.

Steteskobu kalbime koyup; Dinle kızım babanın kalbi ne diyor? Diye soruyordum.

O da işinde uzman dahiliye doktoru edası ile gelen sesleri dinleyip; “Fener, Fener, Fener” diye cevap veriyordu ki hemen kocaman bir “aferin”’ i kazanıyordu.

Baba olmanın verdiği içgüdüsel bir istek midir? Bilmem ama, insan çocuklarının kendi tuttuğu takımı tutmasını istiyor galiba:))

Hem kızım hem de ondan yaklaşık 17 ay küçük oğlum, henüz 1.5 yaşındayken Saraçoğlu Tribünlerinde maç seyretmeye gitmeye başladık. Maçı değil ama, 50 bin insanın, taraftar şovunu seviyorlardı. Bir de, erkenden uyuya kalmasalardı, benim için de daha zevkli olabilirdi:))

Aldığım kıyafetlerde de sarı-lacivert renkleri seçmeye ama, en azından sarı ve kırmızı renkleri seçmemeye  hep dikkat ettim.

Sonuç mu?

Oğlan tamam ama, kızımın takım tutmama veya bu konuda biraz politik davranma gibi bir eğilimi var:(( Yani bunca çalışma, kısmen başarılı.

Sigorta da Pazar Araştırmaları (Konuk Yazar: Seyfi Orhan)

Sigorta sektöründe, müşteriye yönelik pazar araştırmalarının kullanımının giderek yaygınlaştığını gözlemliyoruz.

Bu değişimi;

  • Müşteri beklentilerini daha iyi anlama ihtiyacına,
  • Birbirine çok benzer ürünlerde, farklılaşabilecek ürün ve teminatların gelişim alanlarının ortaya çıkartılmasına,
  • Sürecin tamamında elde edilen verilerin,  müşteri iletişiminde kullanılmasının getirdiği olumlu sonuçlara,

 bağlayabiliriz.

Pazar Araştırmaları neticesinde, araştırmadan beklenen sonuçların  ötesinde, çok olumlu sonuçlar elde edilebiliniyor.

Örnek: Yıl içerisinde geliştirilen bir ürün için lansman öncesi gerçekleştirilen bir “Müşteri Focus Grup” çalışması neticesinde;

  • Mevcut ve potansiyel müşterilerin ürün hakkındaki beklentileri,
  • Ürünün beğeni düzeyi,
  • Müşterinin satın alma eğilimi,
  • Ödemek istediği maksimum fiyatı,
  • Tercih ettiği dağıtım kanalları,

çıktılarına ulaşıldı.

Ancak aynı araştırma sonucundan; sigorta şirketi açısından risk fiyatı (maliyet) oldukça düşük olan bir kaç teminata, müşteriler tarafından çok daha yüksek bir değer (müşterilerin ödemeye hazır olduğu fiyat) biçildiği sonucuna da ulaşıldı. Ki, bu araştırmayı yaptıranların hiç beklemediği bir sonuç idi.

Araştırma sonucundan elde edilen bu veri ile söz konusu teminatlar, müşterinin ürün algısını daha değerli kılması amacıyla, iletişimde yoğun şekilde kullanıldı.

Aynı “Müşteri Focus Grup” çalışması; ürün içeriğinin belirlenmesi düzeyinde  yardımcı olmakla kalmayıp, ürün için hazırlanan broşürlerin, neleri içermesi gerektiği ve hangi noktalara vurgu yapılabileceği konusunda da çok önemli bilgiler sağladı.

 Böylece müşteriye verilmek istenen mesajı en iyi anlatan broşür de, tartışmasız şekilde seçilebildi.

Gerçekleştirilen araştırmalar, lansman aşamasında satış kanallarını ve satış temsilcilerini bilgilendirme sürecine de katkı sağlıyor.

Ürünün, hangi teminat ve hizmetlerinin müşterilere cazip geldiğini ve satış aşamasında odaklanılması gereken noktaları satıcılara anlatmakta da kullanılan bir araca da ulaşılmış olunuyor.

Özetle Pazar Araştırmaları, ürün için bütünleşik bir pazarlama aksiyonu oluşturmanın bir çok girdisini sağlayabiliyor.

Pazarlama araştırmalarından etkin olduğunu düşündüğümüz bir diğeri de: Müşteri Memnuniyet Araştırmaları’dır.

Müşteri memnuniyet araştırmaları ile; müşteri için kritik önem arz eden, müşteri temas noktalarındaki memnuniyet düzeylerinin yanı sıra, gelişim alanları  da net şekilde belirlenebiliyor.

Örnek: Bir araştırma sonucunda, çağrı merkezindeki menülerde yapılan bir değişiklikle ve neredeyse sıfır maliyet ile müşterilerin çağrı merkezi temsilcilerine çok daha hızlı ulaşmaları sağlanmış ve müşteri memnuniyetini artırılabilmiştir.

Sigorta sektörü olarak, müşterinin ihtiyaçlarını anlama, birbirine oldukça benzeyen ürün ve hizmetlerde farklılaşmaya gitme yolculuğunda pazarlama araştırmalarının daha çok kullanılması gerektiğini düşünüyorum.

[email protected]

Şirkete Değer Katmak

Geçtiğimiz günlerde büyük bir uluslararası bankanın, “Yatırım Bankacılığı” bölümünü uzun yıllar yönetmiş, yabancı bir dost ile sohbet ettik.

Türkiye’de finans kuruluşlarının satışı konusunda çok sayıda işleme aracılık etmişler. Bu konuda ciddi tecrübe birikimi sağlamışlar.

Kendisine,  Bankacılık ve Sigortacılık Sektörlerinde neredeyse tüm şirketlerin satıldığını ve artık bu sektörlerde yatırım bankacılarına iş kalmamış olabilir mi? diye sordum.

O da bana; “Hiç öyle değil” diye cevap verdi.

Evet, şirketlerin büyük kısmı satıldı ama bu defa Dünya da meydana gelen ekonomik gelişmeler ve değişimler sonrası; ikinci ve hatta üçüncü el değiştirmelerin başlayacağını; bugüne kadar Avrupa ve ABD’den gerçekleşen sermaye akışının, ekonomik kriz sonrası Orta Doğu ve Uzak Doğu kaynaklı olanlar ile yer değiştirmeye başlayacağını söyledi.

O güne kadar Türk Sigorta Sektörü için 2007 yılında başlayan şirket satışlarının artık tamamlandığını düşünürken, bu dostumun ifadeleri ile konuyu bir kez daha düşünmem gerektiğini fark ettim.

Beklenenin tersine, sektörümüzde de ikinci ve hatta üçüncü satışlar olabilirdi.

Gerçekten de, kimi Sigorta grupları, global ölçekte yaşadıkları ekonomik daralmanın sonucu olarak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu kimi ülkelerdeki faaliyetklerini satmak istediklerine dair bilgiler geliyordu.

O zaman profesyonel yöneticiler olarak, sadece şirketin büyüme ve karlılığına dair anlık hedeflerden sıyrılıp, şirket satılırsa hangi şartlarda daha değerli kılınabilir? diye orta ve uzun ölçekli de bakmak gerektiğini düşündüm.

Son dönemde, performans hedeflerini gerçekleştirme konusunda nispeten başarılı olan bazı şirket yöneticilerinin, şirketleri ana grup tarafından satışa çıkartıldığında, arzu edilen değerlere ulaşamadığı için başarısız kabul edilip, şirketlerindeki görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldıklarını da biliyoruz.

Demek ki sadece yıllık performanslara odaklanmakla sınırlı kalmayıp, şirkete değer katacak stratejilere de yönlenmek gerekiyor. Peki bir şirketi satış aşamsında değerli kılacak unsurlar neler olabilir?

Yaptığım araştırmada, bu işin teorideki matematiği hiç de zor gözükmüyor. Şöyle ki;

  • Ciroyu, Karı, Büyümeyi, Pazar Payını, Özkaynak Karlılığını, Yatırım Karlılığını, Etkinliğini, Nakit Akışını ve Şirketin Görünürlüğünü artırmak;
  • Maliyeti, Zaman/Çaba oranını, Şikayetleri, Riskleri, Personelin değişim oranını, Çatışmaları, Şirket İçi Bürokrasiyi, azaltmak;
  • Verimliliği, Süreçleri, Hizmet Kalitesini, İletişimi, Motivasyonu, Şirket Algısını, Yetenekleri, Kalite ve Kuruma Bağlılığı, geliştirmek;
  • Strateji, Sistem, Etkin Süreç, İş, Ürün, Hizmet ve Markayı, oluşturmak ;

Gerekiyor.

Bir yandan yıllık performanslarımızı gerçekleştirirken “Şirketlerimize Değer Katma” çalışmalarını da unutmayalım. Ekonomi hızla değişiyor, gelişiyor.

Kimbilir? Bir gün bağlı olduğumuz Gruplar, Bizim Şirketimizi de satmak isteyebilirler.

Karsızlığa Çare Aranıyor

6. ay sonu, Hayat Dışı Sigorta Sektör’ü finansal sonuçlarına baktığımızda; yazılan primlerde Gelişmiş Ekonomileri kıskandıracak oranlarda büyüme devam etmekle birlikte; özellikle motor (Kasko-Trafik) branşı olmak üzere teknik zararların, şirketler için taşınamaz boyutlara ulaştığını görüyoruz.

Geçmiş yıllarda bu branşlardan kar eden ve sektör oyuncuları tarafından rol-model kabul edilen  şirketler bile özellikle trafik branşında zarar açıklamışlar. 

Yöneticilerin açıklamalarına baktığımızda; zararın dağıtım kanalları kaynaklı olduğunu ve pek çok şirketin Banka dağıtım kanalı arayışlarına devam ettiğini anlıyoruz.

Pazara baktığımızda ise; boşta kalmış banka dağıtım kanalı ya yok, ya da küçük ve orta ölçekliler kalmış. Ki oralarda bile birden fazla şirketin dağıtım kanalını kullanabilmek için yarıştıklarını duyuyoruz.

 Peki, banka dağıtım kanalı olmayan veya potansiyeli sigorta şirketinin gereksinimlerine yetmeyen banka dağıtım kanallarına sahip şirketler için “karsızlık sorununa çare nasıl bulunacak?”

 …

Benim görüşüm, pek çok şirket çoktan hazırlıklara başladılar. İnternet üzerinden “Direkt” satışlara başlamak üzere çalışıyorlar. Yakın zamanda Direkt kanallar hayatımıza girecek. Çünkü, mevcut durumda sigorta şirketleri için başka çare gözükmüyor.

Sayıları 16.000 lere ulaşan acenteler, bu gelişmeler karşısında ne yapmalılar?

Değişime ayak uydurmalı, daha büyük sermayeler ile daha yoğun teknoloji kullanımına geçmeliler. Sigorta şirketleri ile “komisyon” kavgası ile zaman geçirmeksizin, kendi içlerinde konsolidasyonlara başlamalı, güçlerini (sermaye ve know-how) birleştirmeli, hedef segment olarak ta halen yeterince doygunluğa ulaşmamış “Bireysel” müşterilere yönlenmeliler. Bunun içinde emek yoğun yapılarından, teknoloji yoğun yapıya dönmeyi hedeflemeliler.

Sigorta şirketlerinin durumları içinden çıkılmaz bir hal alırken, acentelerin hala eski söylemler ile geleceğe bakışta ısrar etmeleri  sadece ve sadece zaman kaybettirir.

Artık, sigorta şirketi yöneticilerinin hareket alanı kalmadı. Bugün olmasa yarın radikal çözümlerle yeni bir sigorta sektörü içinde bulacağız kendimizi.

“IWC Pilot Top Gun” Saat Almayın. Kırılıyor

Saatleri severim.   İmkanım varsa ve beğendiğim saat olursa alırım.

11.09.2009 tarihinde de, o tarihe kadar bir saat için ödediğim en yüksek tutarı ödeyerek IWC  Pilot Top Gun saat satın aldım. Çok severek te kullandım.

Bir gün, kola takılan her saatin başına gelebileceğini düşündüğüm gibi; kolum ve saatim yanlışlıkla sert bir yere çarptı.  Ve aradan birkaç gün geçti, iş yerinde bir toplantı ortasında ve durduk yerde kolumdaki saat yerinden fırladı ve düştü.

Baktım ki seramikten yapıldığını, sonradan öğrendiğim, dış kaplaması kırılmış.

Kol saati kullanıp ta yanlışlıkla bir yere çarpmadım diyeniniz var mı?

Saat ufak bir çarpma ile kırılır mı? Öyle olsa kimsenin kolunda saat kalmaz.

Kırıldı.

          

 

 

 

 

Bu kadar değerli bir saatin sadece “marka” satmayacağını, aynı zamanda “dayanıklılık ve satış sonrası servis” te sağlayacağını düşündüğüm için çok önemsemedim. Çünkü saat arızasını-sorununu ilk defa yaşamıyordum; ama hiç aşağıdaki gibi bir süreç yaşamadım.

Seramik çerçevesi kırılan saatimi, Nişantaşı’nda IWC servisine götürdüm.

Anladığım kadarı ile sadece benim IWC Pilot Top Gun kol saatim kırılmamış, doldurdukları formlara ve sorularıma verilen yanıtlara bakılınca kırılan aynı marka model saatlerin sayılarının oldukça çok olduğunu anladım. Örneğin; benim saatim kırıldı diyerek servise gittiğim gün, bir başka saat daha kırılmış ve servise gitmiş.

Bu denli çok para ödeyerek aldığım saatimin, bu kadar çabuk kırılgan olduğunu bana satarken söyleyemezler miydi?

Söylemediler.

Saatimi verdim. İsviçreye gönderdiler. Sonra, beni aradılar ve kırılan seramik çerçevemin tamiri için daha önce saat için ödediğim bedelin neredeyse yarısını talep ettiler.

Saatimi çok sevdiğim için ödemesine ödeyeyim ve saatimi kurtarayım ama; yeni seramik çerçevenin bir yere çarpıp kırılmayacağını nasıl bileceğim.

Tam tersine, sonucu zaten biliyorum. Çarpınca kırılıyor.

Her seferinde saat bedelinin yarısı kadar da yeniden tamirat bedeli ödemek gerekiyor. Değişik bir satış stratejisi. Saati sat, kırıldıkça para kazanmaya devam et.

Tamiri istemedim.

Bugün saatimi; “Tamir Edilmeden teslim aldım” notunun altını imzalayarak geri aldım.

IWC yetkilisi; “Size yeni bir saat verme zamanımız gelmiş” dedi.

Ben de; “Evet ama, o saatim, IWC olmayacak.” dedim.

Bir müşteri olarak benim deneyimim: kırılıyor.

 

Gidecek Çok Yol Var

Bloğumda en çok okunan yazının kahramanı Ali, birkaç gündür İstanbul’da. Birlikte yeni bir projenin fizibilitelerine çalışıyoruz.

Dün akşam bir ara internetten bir haber aktardı. “Iphone 5’in yakında piyasaya sürüleceği haberinin ardından, son 40 dakika içinde Apple hisselerinde, 10 milyar USD’lik değer artışı olmuş” dedi. Bu değer artışı ile Apple’ın toplam değeri 670 milyar USD’ne ulaşmış.

Yanlış okumadınız 40 dakikada 10 milyar USD değer artışı ve neredeyse Türkiye GSMH’na yakın (2011 Türkiye 772 mia USD)  bir şirket değeri.

Birden 2000 yılında ABD’de katıldığım bir seminerde, katılımcıların çalıştıkları şirketlerin cirolarını söylerlerken yaşadığım şaşkınlık geldi aklıma. 100 e yakın katılımcı cirolarını hep “milyar USD” şeklinde telafuz ettikten sonra, sıra bana gelmişti ve biraz utana sıkıla şirketimiz cirosunu söyleyebilmiştim.

Çünkü; yoğun çalışmalarımıza karşılık, o zaman için %3 Pazar payı olan şirketimizin cirosu 150-200 milyon USD idi.

Aynı sevimsiz durumu, daha sonra çalıştığım uluslararası şirketin bölgesel toplantılarında da çok yaşadım.

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen katılımcıların, ülkelerindeki ciro rakamları hep milyar USD’lerde iken; biz kendimize göre başarılı bulduğumuz performansımızı dile getirmeye çekiniyorduk. Çünkü rakamlar oralardaki bir Bölge’nin rakamlarına bile ulaşmıyordu.

Her ne kadar, günlük hayatımızda çok önemli konularla uğraşıyoruz ve şirketlerimize ciddi paralar kazandırıyoruz diye düşünsek te; ülke ekonomisi ve lokal şirketler olarak henüz rakamlarımız çok küçük.

Bardağın boş tarafı böyle, dolu tarafı ise daha gidecek çok yol, yapacak çok iş olması. Yeter ki o ufuklarla çalışalım, ezberleri bozalım ve farklılık arayalım.

Apple 40 dakikada 10 milyar USD’lik değer artışına  nasıl ulaşıyor?

Farklılık ve yaratıcılıkla.