Mutluluk

Bazen uzun zaman aynı kurumda çalışabilen insanlara gıpta ile bakıyorum.

Seçtiğim sektörden mi, yoksa kişiliğimden mi bilmiyorum; benim yeni başlangıçlarım ve doğal olarak ta bitirişlerim sıkça oluyor.

Bunlardan bir tanesi daha sonlandı.

www.sigortadukkanim.com satıldı.

Heyecanlı bir başlangıç, çok güzel anılar ve güzel bir çıkış.

Başlangıçlar, bitişler derken hayat ta hızla geçiyor. Galiba hayatı güzel veya heyecanlı kılanlar da bu başlangıç ve bitişler. Elbette; süreçte oluşan ritüeller ve alışkanlıklar.

Bu açıdan bakınca da insan hayattan ne bekliyor? Neyi arıyor? Soruları takılıyor aklıma.

Sizce ne arar?

Bence doğru cevap: Mutluluk.

Çevrenize şöyle bir bakın ne kadar yaşlı olursa olsun insanlar çocukça şeyler yapmaktan mutlu oluyorlar.

İnsanların yaşam enerjilerine bakın hep kendilerince ve kendilerini mutlu edecek şeylere yöneliyorlar.

Bu yazıyı yazarken TV de milli maç var. 40-50.000 kişi o stadta ve milyonlar tv karşısında ne arıyorlar ki?

Aradığınız mutluluğu hep bulmanız dileği ile.

En Çok Müşteriyi Korur

15.08.2012 tarihli bazı gazetelerde bir haber dikkatimi çekti.

2013 yılında yürürlüğe girmek üzere Tüketiciyi korumaya dönük düzenlemelerin bir tanesi de: “Konut ve araba kredilerinde bankaların sigortayı zorunlu kılmamalarıymış.”

Araç ve konut kredisi tesis edilirken, genellikle bir veya birden fazla sigorta şirketinin acenteliğini yapan bankalar tarafından, müşterilerden “Daini Mürtein ilgili Banka” olmak üzere;

  • Araca ait kasko,
  • Krediyi kullanan kişi için ferdi kaza veya hayat poliçesi
  • Konut için de DASK ve yangın poliçesi

düzenleniyor veya müşteriden talep ediliyor.

Dışarıdan bakınca sanki Bankalar zorla sigorta yaptırıyormuş ve asıl amaçları bu satışlardan komisyon geliri elde etmekmiş, gibi gözükse de, asıl amaç kredileri ve müşterileri korumaktır. Dünya uygulamaları da benzer şekildedir.

Tecrübelerim,  bu poliçelerden sigortalanan müşterinin ve/veya kanuni mirasçılarının öncelikle faydalandığını çok gördüm.

 Konuyu biraz açmak isterim.

Konut sigortaları (DASK ve Yangın): Ülkemiz ve özellikle Marmara Bölgesi’nin deprem bölgesinde yer aldığı herkesin malumu. Özellikle orta gelirli insanların konut edinimlerinde yoğunlukla, konut kredisi kullandıkları da malum.

Bu kredilere, ilgili konutun ipoteği teminat olarak alınıyor.

Umarım hiç gerçekleşmez ancak, büyük bir deprem olur ise bu konutların hasar görmesinden öncelikle, konut kredisini kullanan müşteriler mağdur olacaktır.

Oluşacak hasar ile konutunda oturamaz hale gelebilir. Müşterinin bu hasar ile başa çıkması zor olacaktır. Zaten maddi gücü yeterli olsa, konutunu kredi ile kullanmamış olurdu.

Bankalar bu konutları teminat olarak ipotek ettiklerinden, teminat kalmayacak veya değersiz hale gelecek ve kredinin ödenmesi için zarar gören bir konuta sahip müşteriye dönülecek, hasardan dolayı maddi açıdan sıkışacak müşterinin diğer menkul ve gayrımenkulleri için yeni teminat talep edilecek ve/veya takip yapılacaktır.

Hem DASK (belirli bir limite kadar) hem de konut (yangın) poliçeleri konut kredilerinde mutlaka olmalıdır.

Bankalara tüketiciyi sigortalatmak için zorlamayın demek, müşterinin krediye konu varlığının teminatsız kalması demektir ki, bu işten sonunda ekonomi de zarar görecektir.

Kasko sigortaları: Konuta benzer şekilde banka, müşterisine araç değerinin belirli bir oranında araç kredisi tesis etmektedir.

Sigortası yaptırılmaz veya yaşayan bir poliçesi olmaz  ise; aracın kaza sonucu hasara uğramasından en çok, aracı almak için bile krediye ihtiyaç duymuş, müşteri mağdur olacaktır.

Aracını onarmak için kendisini zorlarken, kredisinin taksitlerini geri ödeyemezse, kredi takibe düşecek ve Banka zorlanacaktır.

Hele araç içinde can kaybı ve yaralanma varsa bu müşterilerin sadece kendileri değil yasal mirasçıları da etkilenecektir.

 …

Ferdi Kaza veya Hayat poliçesi:  Bireysel Kredilerde (tüketici, konut, araç kredisi) krediyi alan müşterinin can sigortasının yapılması en çok kime yarar?

Elbette ki müşteriye ve kanuni mirasçılarına.

Müşterinin can kaybı veya yaralanması durumunda yasal mirasçılarının söz konusu sigortaların hasar ödemelerinden faydalanıp, kendi varlıkları ile ödeyemeyecekleri yüklerin altından kalkabildikleri çok örnek gördüm.

Denilebilir ki, Bankalar yapmasın, diğer dağıtım kanalları yapsın.

Elbette yapsınlar.

Ancak; bu kez de bankalar için takip sorunları başlıyor.

  • Yenilemesi yapıldı mı?
  • Acaba tahsilattan dolayı ilgili sigorta şirketi ve acente teminatı dondurdu mu?
  • Poliçeyi iptale aldı mı?

Eğer bu sıkıntıları giderebilecek bir süreç gelişirse sorun yok. Ancak, eğer her halukarda poliçe yapılacaksa niye bankalar yapmasın?

Benim görüşüm şu anda sektörün en sağlıklı ve sistematik bireysel sigortacılık dağıtım kanalı  bugün için Bankalar.

Sadece müşterinin haklarını korumakla kalmayıp, kanuni mirasçılarını, bankaların teminatlarını, ülkenin milli değerlerini koruyan ve şu an için, en sağlıklı işleyen sistemi değiştirirken yukarıdaki unsurlar da gözetilmeli.

Tatile Gideceklere Bir Öneri

AGF Garanti Sigorta A.Ş. yöneticilerinden bir tanesinin İstanbul’u bırakarak, yakınlarına yerleşmesi ile kulaktan kulağa ismini duyduğumda yıl 1999 idi.

Datça’nın Mesudiye Köyünde, Akdeniz ile Ege Denizi’nin birleştiği Cennet gibi bir burunda, Ovabükü’nde yer alan Altınkum Pansiyon.

Bu sene ile birlikte 8 defa yaz tatilimi aynı yerde geçirdim. 5 yıl kadar ara vermiştim, bu sene tekrar gittim. Hep kalabalıklaştığını duyuyordum, biraz korkuyordum ancak; beklediğimden de iyi buldum.

Öncelikle uyarayım;

  • Hiçbir lüks yok.
  • Odaları kireç, banyo, klima, bir dolap ve beyaz çarşaflardan oluşan basit odalar. Bu sene televizyon da eklenmiş.
  • Ulaşımı halen güç. Datça’ ya varmak yetmiyor, Mesudiye Köyüne gitmeniz gerekiyor. Dar ve yamaç yollarda 20 dakika kadar virajları dönüyorsunuz.
  • Eğlence ve gece hayatı değil; deniz, güneş ve sakinlik arayanlar için bir tatil mekanı.

O zaman neden öneriyorum?

  • Denizi mükemmel, berrak, çok temiz genellikle az dalgalı.
  • Denize 20 adımda varıyorsunuz.
  • Hafta içi sahilde çok az insan oluyor. SİT alanı ilan edildiğinden kıyıda yapılaşma az ve yenisine izin verilmiyormuş.
  • Aynı denize girmekten sıkılacaklar için, araba ile 15 dakika da Palamutbükü, 5 dakika ötede Kızıl Bük alternatifleri var. Eskiden Hayıt Bükü de bir alternatifti ama, oranın yerlileri artık yanaşan yatlardan dolayı denize girilmesini önermiyorlar.
  • Kültür de görmek isterim diyenlere, yeryüzünde Cennetin kopyası dedikleri Knidos harabelerini ziyaret etmelerini öneririm. Buradan solunuzda Akdeniz’i, sağınızda Ege Denizini görmek mümkün. (Deniz yolu ile daha iyi olur. Kara yolu ile bir bölüm yol tek araç geçecek genişlikte ve yamaçlarda)

  • Pansiyonu Kasapoğlu ailesi işletiyor. Ama asıl sorumlu ailenin 3 oğlundan bir tanesi Mustafa. Turizm Yüksek Okulu Aşçılık bölümünden mezun. Biraz buradaki eğitiminden, biraz kullandığı malzemeden yemekler müthiş.
  • Ekşi Sözlük’te kendisi ile ilgili “Akya şişi bir de Mustafa pişirsin de görün.” yazıyormuş. Çok hoşuna gitmiş. Ben buna bir de Orfoz buğulamayı eklemek isterim.
  • Aşağı yukarı yediğiniz her şeyi kendileri üretiyor. Balığı kendileri tutuyor ve pişiriyorlar. Balı, ekmeği, zeytinyağını, Perşembe günleri pideyi, her türlü sebzeyi (hemen yakınlardaki seralarda) kendileri yetiştiriyorlar.
  • Pansiyon yeşillikler içerisinde, yılın her anı meyve veren farklı ağaçlar arasında yer alıyor. Ön tarafta yemek yenen masalar, üzerinde kocaman salkımlar olan üzüm asmasının altında.
  • Müşterileri genellikle her yıl tekrar gelen müşteriler.

1 hafta çoluk çocuk gittik. Dinlendik, yolun uzun ve yorucu olmasını saymazsak “tatil gibi tatil” geçirdik. Üstelik bu denli leziz, doğal yemeklere rağmen ödediğimiz ücret de makul ölçüdeydi. Gelirken balımızı, taze bademimizi de aldık.

Öneririm.

Müşteriye Dokunmak

Uzun yıllar sigorta şirketlerinde görev yaptıktan sonra, bir broker şirkette çalışmanın  belki de en önemli kazanımı; “sigorta şirketi penceresinden görülemeyen Türkiye sigorta müşterisini, daha yakından görmek oldu” diyebilirim.

Sigorta şirketinde iken müşterilerin sigortacılığı bilmediklerini, poliçeleri okumadıklarını,  ancak bir hasar olursa okuduklarını düşünürdük. Oysa; Türkiye de sigorta müşterisi gayet bilinçli, poliçeler ve teminatlarını karşılaştırıyorlar ve okuyorlar. Sorular soruyorlar.

Örneğin: Yaklaşık 4 mio adet kasko poliçesi varken, Google da kasko kelimesinin bir yıl içinde 6 mio defa aranıyor olması bile, bize bir şeyler söylüyor.

Dağıtım kanalında görev alınca şunları da gözlemledik;

Sigorta şirketleri müşterilerine bakıyorlar ama görmüyorlar. Müşterinin ne istediğini kendileri varsayıyorlar. Gerçekten ne istediğini öğrenmiyor, bunun için çaba sarfetmiyorlar. Müşterileri ile görüş alış verişi yapmıyor.

 …

Neden olabilir?

  • Belki, sektör olarak daha çok ticari ve kurumsal müşterilerle çalışıyor olmaktan dolayı, doğrudan irtibatta olduğumuz müşteri segmenti sınırlıydı.
  • Belki, bireysel işleri daha çok, dağıtım kanallarımız aracılığı ile yönetmeye çalıştığımızdan, müşteriyi tanımak zordu.

Nedeni ne olursa olsun, sonuca baktığımızda, sigorta şirketlerinin müşterilerine dokunamadığı, hissetmediği gerçeği değişmiyor.

Neler mi yapılabilir?

  • Bence, süreçlere müşteri gözüyle girilip; Müşteri nerede mutsuz? Nerede şirketi terk ediyor? bulunup o süreçler geliştirilebilir?
  • Daha fazla iletişim (karşılıklı) yapılabilecek kanallar oluşturulup, “Ne diyorlar” diye dinlenebilir.
  • Bilgi işlem alt yapıları ve organizasyon “müşteriyi merkezli” kurgulanıp,  yeniden şekillendirilebilir.

Yoksa, bu konuda süreçlerini daha önce geliştirmiş dağıtım kanalları için (ör:Banka Dağıtım Kanalları) milyonlarca TL/USD  ödemeye devam edilir.

Katma değeri daha fazla olan daha fazla para kazanmaya devam eder. Sigorta şirketleri de zarar etmeye…

Ah Be Babam

1924 de Ürgüp’e göç eden muacirlerden “Kara Kani” ile o dönem Cemil Köyü’nün en güzel kızı “Fatma hanımın” evlenmesi ile kurulan, 8 çocuklu bir ailede 2. çocuk olarak, 1942 yılında Dünya’ya gelmiş.

Kocaman bir avlu içinde 8 odalı ve çoğunluğu kaya içine oyulu bir evde büyümüş.

Anlattığına göre, annesi bir tencere yemek pişirip sofraya koyarmış, kim ne kadar yiyebilirse…

Muacirler içerisinde o dönem az sayıda okuyan gençden birisi olmuş. Bir arkadaşının tavsiyesi ile Astsubay Okulunu kazanmış.

Mezuniyetinde Döneminin 1. olmuş. (61/1)

Muhabere Kripto teknisyeni olarak yaklaşık 33 yıl Devlete hizmet etmiş.

Yine o dönemde ender rastlanan bir evlilik yaparak “ilk muacir ve yerli evliliklerinden” birisine imza atmış. 49 senelik mutlu bir evlilik yapmış.

Mudanya, Erzurum, Amasya, Ankara, Malatya ve Kars’ ta görev yapmış. Bu sırada Bursa, Erzurum ve Ankara da birer çocuk sahibi olmuş.

Hepsini okutmuş.

Pazarlık etmeyi, söz verince yapılması gerektiğini, sofraya ailece oturulması gerektiğini, insanları sevmeyi, saygıyı, okumanın erdemini, üzüm yetiştirmeyi, sınırlı bütçesi ile evine bakmayı, hayatı geldiği gibi karşılamayı, dar açıdan bakmamayı, her sabah erken kalkıp yürüyüş yapmayı, vb. gibi pek çok şeyi ama en önemlisi;

“Adam gibi adam olmayı” ondan öğrendim.

Erken gitti. Haksızlık oldu…

İş Geliştirme Yöneticisi ve İnnovasyon

Birlikte çalıştığımız bir sigorta şirketimizde, bizim farklı iş yapış taleplerimize anında ve her defasında pozitif yanıt veren bir yönetici ile tanıştık.

Birlikte bir çok güzel projeye imza attık.

Yeniliklere, pozitif yaklaşıyor. Nasıl olmaz? değil,  Nasıl yapabiliriz?’i  arıyor. Farklı olandan korkmuyor. Yeni talepleri, tecrübesi ile birleştiriyor.

Ancak,  bazen “tamam yapalım bunu” dediği işlerin bir kısmı, organizasyon içerisinde kayboluyor ve sonuç alınamıyor.

Bizler de, dışardan bakan, dağıtım kanalı yöneticileri olarak; “x kişi, her ne kadar söz konusu şirkette  pazarlama ve diğer bazı bölümlerden sorumlu ise de;  çok iyi bir İş Geliştirme Yöneticisi diye düşünüyoruz. Bununla birlikte, zaman zaman, içinde bulunduğu organizasyon ona ayak uyduramıyor ve fikirler fikir aşamasında kalıyor.” diye düşünüyor ve eğer organizasyon da ayak uydurabilse, o Şirket adına alınabilecek “innovatif” adımların yaratabileceği katma değerleri düşünüyoruz.

Bu örnekten de yola çıkarak, sigorta şirketlerinde mutlaka bir iş geliştirme yöneticisinin olması gerektiği sonucuna varıyoruz.

İş Geliştirme Yöneticisi kimdir? Ne iş yapar? Sorumluluk alanı neresidir? diyerek, kısacık bir araştırma yaptım.

İş Geliştirme Yöneticisinin aşağıdaki görevlerin bir kısmını veya tamamını yerine getirebilmesi gerekiyormuş:

• Mevcut ürünler ve hizmetler üzerinde çalışarak, yeni dağıtım kanalları veya pazarlar oluşturması,

• Yeni ürün ve hizmetler araması ve uygun olanları kuruma önermesi,

• Yeni satın alma fırsatlarını keşfedip, müzakere edebilmesi,

• Diğer iş kolları veya markalarla ortak projeler üretebilmesi, sinerji oluşturabilmesi,

• Mevcut satış ve pazarlama yaklaşımlarında iyileştirmeler, düzeltmeler yaparak yeni veya mevcut müşterilere daha fazla ürün ve hizmet satışı gerçekleştirebilmesi,

• Pazardaki rekabeti yakından izleyerek ve yeni keşifler yaparak şirket için rekabet avantajı yaratması.

İyi bir İş Geliştirme Yöneticisinde, diğer yönetim yetkinliklerinin yanında hangi farklı yetkinlikler aranıyor? diye yurt dışında bu konuda eleman arayan firmaların, adaylarda aradıkları vasıflara baktığımda;

• Zeki ve araştırmacı olmak,

• Proaktif bir yaklaşımla hiçbir şeyden, bir şeyler çıkarabilip, icra edebilmek,

• Ortak çaba ile sonuç odaklı bir çevre oluşturmayı başarabilmek,

gibi yetkinlikler öne çıkıyor.

Sektörümüzde farklılık aramalıyız. Farklılığı, innovasyonu bulabilmenin kurumsal çözümlerinden birisi de: Ekibimizde mutlaka “İş Geliştirme Yöneticilerine”  yer vermeliyiz.

Peki sektörümüzde, böylesi bir görevi üstlenebilecek yetkinliklerde insanlar var mı?

Var.

En az bir tanesini biz biliyoruz.

Bir Açıklama

Bir süredir, farklı sigorta şirketlerine Yönetici olarak atandığıma dair kulis konuşmaları oluyordu, en son kulis haberi de olunca bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı duydum.

Sigorta Dükkanım Sigorta ve Reasürans Brokerlik A.Ş. bir süredir büyüme amaçlı fon sağlamak amacıyla yatırımcı firmalarla görüşme yapıyor.

Yapılan iş planlarında 2 üst yöneticinin bu aşamada şirkete maliyetli geldiğini gördük. Bu nedenle 30 Haziran 2012 tarihi itibari ile şirketimiz Genel Müdürlüğü’nden istifa ettim. Hazine Müsteşarlığı’nın “olur” unu takiben bu görevi, Aycan BUL üstlenecek. Ancak, şirkette Yönetim Kurulu’ndaki sorumluluklarım devam ediyor.

Bu ayrılış konusu, sektörde boş bulunan bazı pozisyonlarla bir araya getirilip, doğru olmayan çeşitli kulis haberleri çıktı. Bırakın atanmayı, bugüne kadar herhangi bir Sigorta Şirketimizdeki pozisyonlarla ilgili bire bir hiçbir görüşmem olmadı.

Farklı Olun, “Deli” Olmayın

Sigorta Sektörü’nde uzun yıllardır yeni gelen hemen her yönetim, o zamana kadar bilinen metodları uygulayarak başarı aramakta; ancak,  orta vadede başarısızlıkla karşılaşıp, yerlerini yeni yönetimlere bırakmaktadır.

Albert Einstein: “Aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemek deliliktir.” demiş.

Şirketlerin notlarını belirlerken rating firmaları; sayısal göstergelerin yanında, “şirketin yönetimi kendisini pazardan farklı kılacak neler yapıyor? ” kriterine bakıyorlarmış.

Benim kanaatim;

Şirketlerde, farklılıkları arayıp ortaya koymaya dönük, en önemli görev Pazarlama Departmanlarına (CMO ve ekipleri) düşmektedir.

CMO (Chief Marketing Officer) ve ekiplerinin ülkemizde retail (bireysel) segmentte neler başarabildiklerinin en güzel sonuçları, Bankacılık, Telekomünikasyon ve Perakende sektörlerinde gözlemlenebilmektedir.

Sigorta sektöründe, CMO sorumluluğunu yüklenebilecek az sayıda kaynak mevcut.

Burada;

  • Sektörün kar üretemediği için, parlak kariyerli insanları bünyesine çekmekte zorlanması,
  • Henüz bireysel segmente yönelim olmamasından, böyle bir ihtiyaç duyulmamış olması,
  • Müşteri sahipliği konusunda aracılar ile şirketler arasında mücadelenin sonuçlarından çekinilmesi,

gibi faktörler etken olmaktadır..

Son dönemde; Sermayedarlar veya CEO’lar da şirketlerinde farklılık yaratma peşindeler. Yaratıcı, yenilikçi ve farklılık yaratacak CMO arayışlarına yönelmektedir.

Bir dönem Banka insan kaynaklarından bu görev için transferler yapılmaktaydı. Şimdi yeni  yeni Perakende Sektöründen, sektöre kaynak sağlanmaya çalışılıyor.

Çalıştığımız lokal şirketin uluslarası bir dev markaya satılmasını takiben, söz konusu grubun üst yönetimlerini en fazla etkileyen konular:

  • Çok kısıtlı bir bütçe ile kurulmuş on-line web sitemiz,
  • Sms aracılığı ile hem yeni müşteriye “Hoş Geldiniz”, hem de hasarı olan müşteriye “Geçmiş Olsun, eksperiniz Sayın X kısa zamanda yanınızda olacak” diyebilmemiz,
  • Poliçe değil, Müşteri takibi yapabilmemiz,

gibi pazarlama uygulamaları olmuştu.

Hatta, gruba katılımı izleyen ilk yılda Web Sitemiz ile Grubun, 60.000 çalışanı içerisinde her yıl dağıtılan “Best Practice”  (En İyi Uygulama) ödülünü pazarlama ekibimiz almıştı.

Görece ufak pazar payı ile, farklı uygulamalar yapan Pazarlama ekibi,  lokal şirketin en son rating çalışmasında (2007 ), hem not hem de görünüm artışına bir defada ulaşmasını sağlamıştı.

Hele ki önümüzdeki dönem,  farklı bakabilen ve Einstein’ın tanımlamasıyla “Deli” olmayan  Pazarlama ekiplerini hemen oluşturmak ve desteklemek, elzemdir.

Spor Sitesi Ziyaretinde Türkiye Birinci Olmuş

Internet konusunda önemli istatistikler hazırlayan  “ComScore” tarafından, Spor sitelerine ziyaret sayılarına ilişkin ilginç bir istatistik yayınlanmış.

Şubat 2012 de,  Avrupa da yaklaşık 177 milyon internet kullanıcısı, bir spor sitesini ziyaret etmiş. Bu rakam Avrupa İnternet kullanıcılarının %45.8’ini oluşturuyormuş.

Ziyaret sayısında geçtiğimiz yılın aynı ayına göre %15’lik bir artış olmuş.  

Türkiye, spor sitelerinde %70.7’lik bir oranla Avrupa’da bu kategoride, en yüksek penetrasyon oranına ulaşmış.

Dünya genelinde ise ABD’den (%70.9) sonra en yüksek 2. penetrasyon sıralamasına ulaşmış.

Bu iki ülkeyi; İrlanda (%70), İspanya (%65.9) ve İngiltere (%64.3)  izlemiş.

Spor sitelerine ilişkin yakalanan güzel liderliğin, en kısa sürede tüm alanlarda da zirve yapması hoş olmaz mı?

Turkey and Ireland Have Highest Penetration of Sports Sites in Europe

http://www.comscoredatamine.com/2012/04/turkey-and-ireland-have-highest-penetration-of-sports-sites-in-europe/

Banka Dağıtım Kanalın Varsa, Karlısın.

2012 yılı ilk çeyrek Türk Sigorta Sektörü Mali tablolarını inceleme fırsatı buldum.

Türkiye de faaliyette bulunan 60 hayat+hayat dışı sigorta şirketi var.

Bunların:

  • 35 adedi hayat dışı,
  • 9 adedi hayat,
  • 16 adedi de hayat+emeklilik

 branşlarında faaliyette bulunuyorlar.

Sektör ilk çeyrek sonunda Hayat ve Hayat Dışı branşlarda toplam (dip bakiye olarak) kar etmiş gözüküyor.

Sektörde faaliyette bulunan 60 şirketin, 34 adedinin bilanço karı var.

Toplam dip bakiyeler olarak baktığımızda;

  • Hayat Dışı şirketlerin Bilanço Karı/Özsermaye oranı: %0 4.3 (Binde dört nokta üç)
  • Hayat Şirketlerinin Bilanço Karı/Özsermaye oranı: %3 (Yüzde üç)
  • Hayat dışı + Hayat Şirketlerinin Bilanço Karı/ Özsermaye oranı: % 1.6 (Yüzde bir nokta altı)

Kar eden şirketlerin hangi ortak özellikleri olabilir? diye bakmaya çalıştım.

Bilanço karı bulunan 34 şirketten, benim bildiğim 20 tanesinin banka dağıtım kanalları var.

İlk çeyrekte kar eden ve sektör toplam karlılığını pozitife çeviren şirketler de, birkaç istisna dışında bunlar.

Sektörün kar edebilmesi için Banka Dağıtım Kanalı olmazsa olmaz haline mi geldi?

Mevcut diğer dağıtım kanalları çok mu maliyetli?

Sektör kar edebilmek için alternatif dağıtım kanalları mı aramalı?