Müziğin Dili Yok

Bir kez daha anladım ki, güzel müziğin dili ve milliyeti yok.

Sözlerini anlamasanız da güzel ses, güzel müzik tüm sınırları aşıyor.

Genellikle müzik albümlerini baştan sona bir kez dinledikten sonra, varsa çok hoşuma giden parça sürekli onu dinlerim.

Şimdi onlardan bir tane daha buldum.

ZAZ adında yeni bir grup var. Je-veux isminde de (albümün 2. Parçası) harika bir şarkı var.

Bu şarkıdan, insana kendisini iyi hissettiren güzel bir duygu yayılıyor. Solistin hafif çatallı sesi mi?, Yoksa müzikteki 1930-40 lı yıllar Fransız şarkılarına benzerlik mi bilmiyorum.

Ama zaten çokta sorgulamıyorum. Alın, dinleyin…Ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Ofiste, Zamanımızın Büyük Kısmı Mail Okumak ve Yollamak ile Geçiyor.

Ofiste, mail ve internete bu denli bağımlı olduğumuzu bilmiyordum.

02.05.2011 tarihinde, Sigortadukkanim.com kuruluş çalışmalarına ofis ortamında devam etmek üzere, yeni ofisimize taşındık. Yaklaşık 1 hafta, altyapı çalışmaları nedeniyle internet ve mail olmadan çalışmaya zorunlu kaldık.

Bu durum, tam bir felaket. Mail olmadan sanki gün geçmiyor. Elimiz, kolumuz her şeyimiz mail olmuş. Sanki Dünya ile bağlarımız kesildi. Çalışmıyormuşuz hissi yaşadık. Sonra bağlantılarımız yapıldı ve normal hayatımıza geri döndük.

Fikirlerine çok değer verdiğim bir dostum; “Bir çalışan günde 3 saat verimli çalışılıyorsa, o kişi iyi çalışıyor” demişti. Bu nedenle fazla mesai yapılmasına karşı çıkıyordu. Aynı zamanda herhangi bir toplantının mesai saatleri dışında yapılmasına da itiraz ediyordu.

Mail ve internet ile geçirdiğimiz zamanı çıkardığımızda, iş için geçirdiğimiz zaman günde 3 saate ancak ulaşıyor. Bağlantının olmadığı dönem, bir kere daha bu dostumun dile getirdiği yorumların doğruluğunu gösterdi.

Yarım gün boyunca ofisteki mail bağlantılarını kesin. Bakın, günlük mesainizin ne kadar çoğu, mail okumak ve yollamak ile geçiyor. İnsanlar bir anda hareketsiz kalıyorlar.

Peki, mail ve internet olmadığında ne yapıyorduk? Daha mı fazla çalışıyorduk? Yoksa işyerinde zaman geçirmenin başka yolları mı vardı?

There’s such a large universe waiting to be discovered?

Do you ever think at all? Given how small the planet called Earth seen from Space?

Did you ever think? How much can be important, our daily difficulties, challenges, happiness in the whole Universe?

Deviation of 1 degree around the rotation axis of the Earth generate heating and cooling can change how our daily lives?

I think from time to time.

Despite boom on technology in flowing history we think, there is such a big universe that is not known, seen.

When we look at history, there are many significant events that changes the flow.

The French Revolution, the Industrial Revolution, such as two World War.

It seems to me that we live again a Revolution; Social Media Revolution.

For some time, with the Globalization impact in all part of the world, eating and drinking, dressing, living habits had begun to resemble to each other.

Shortly after and perhaps continuation of and complement to Globalization, social media all over the world through the people in contact with other people began to become intense.

In example: How many people in your network from various nationalities through Your LinkedIn, Facebook, +1, Twitter and so on.

Under French Revolution, nationalist movements spread. Under Industrial Revolution, agriculture-industry and rural-urban migration had been happened.

Would it be the case that with existing Social Media Revolution World citizens may meet under other common denominators?

Are we possibly gathering under a new society, geographical structure, political structure?

What about then?

My desire and expectation;

SUCH a large universe that is not being known, seen, not discovered yet by the humanity.

Keşfedilmeyi Bekleyen O Denli Büyük Bir Evren Var ki?

Hiç düşündüğünüz oluyor mu? Uzay dan bakınca Dünya isimli gezegen ne kadar küçük görünüyordur?

Hiç düşündünüz mü? Günlük sıkıntılarımız, sevinçlerimiz, koşuşturmalarımız, koca bir Evren içerisinde ne kadar önemli olabilir?

Dünya’nın ekseni etrafındaki dönüşünde 1 derecelik sapmanın yaratabileceği ısınma ve soğumanın günlük hayatımızı nasıl değiştirebileceğini?

Ben zaman zaman düşünüyorum.

Tarihin akışı içerisinde teknolojik olarak çok ilerlediğini düşündüğümüz insanlığın, bilmediği, görmediği, o denli büyük bir Evren var ki.

Tarihe baktığımızda, akışı değiştiren pek çok önemli olay var.

Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, İki Dünya Savaşı gibi.

Şimdi de bir Devrim yaşıyoruz gibi geliyor bana. Sosyal Medya Devrimi.

Bir süredir, Küreselleşme (Globalizasyon) etkisi ile Dünya’nın her tarafında yeme-içme, giyinme, yaşama alışkanlıkları birbirine hızla benzemeye başlamıştı.

Hemen ardından ve belki de Küreselleşmenin devamı ve tamamlayıcısı olarak, Sosyal Medya aracılığı ile insanlar Dünya’nın her yerindeki başka insanlarla yoğun iletişim halinde olmaya başladı.

Örnek: Sizin Linkedin, Facebook, +1, Twitter vb. ağınızda kaç farklı milletten insan var?

Fransız Devrimi ile milliyetçilik akımları yayılmıştı. Sanayi Devrimi ile tarımdan-sanayiye ve köyden-kente göç olmuştu.

Yaşanmakta olan Sosyal Medya Devrimi ile Dünya Vatandaşları başka ortak paydalar altında birleşecek olabilir mi?

Yeni bir toplum, coğrafi yapı, siyasi yapı altında toplanıyor olabilirmiyiz?

Sonrası mı?

Benim isteğim ve beklentim;

İnsanlığın, bilmediği, görmediği, henüz keşfetmediği, o denli büyük bir Evren var ki.

Bilgiye Ulaşmak Çok Kolay, Ama Aynı Zamanda Riskli mi?

Müfettiş olarak çalışmaya başladığım ilk yıllarda (1993) Banka Muhasebesini, (Genel Müdürlük/Şube) aşağı yukarı herkes biliyordu. Bilmek zorundaydı; çünkü muhasebe elle tutuluyordu.

Sonra devreye yeni software çözümleri girdi. Artık muhasebe sistemden akmaya başladı. Yeni başlayan çalışanlara, muhasebe adımları yerine, o işlemi yapan menüler öğretilmeye başlandı. Örneğin; kasadan tahsilat yapılacaksa “T1”, Ödeme yapılacaksa “Ö1” gibi. Bu menüler işlemleri çok hızlandırdı. Ancak, zaman içerisinde muhasebeyi sadece, muhasebe ile uğraşanlar öğrenir/bilir hale geldi.

Aradan neredeyse 20 sene geçti. Hayatımızın her alanına programlar, software çözümleri girdi. Bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı. Fakat, sadece “mevcut bilgiye” ulaşmak çok kolaylaşırken, işlerin özü de unutulur oldu. Her şeyimiz internet, software oldu.

Pek çok kazanımımız olurken, acaba işlerin özünü unutur mu olduk? Okullarımızda internet dersleri verilirken “menüler mi öğretiliyor?/öğretilecek?”

O işin nasıl yapıldığının özünü bilmek sadece Bilgi İşlem aracılığı ile mi gerçekleşebilecek?

Peki bir gün internete ulaşamazsak ne olacak? Ya da acaba sadece bize verilen bilgilerle mi sınırlı kalacağız? Ya da bir gün; bugün kolayca ulaştığımız bilgilere bir bedel karşılığı ulaşmak zorunda bırakılırsak ne olacak?

Her ne kadar çağın değiştiğini, geliştiğini düşünüyorsak ta; bilgi kaynaklarının sınırları içinde ve de sadece bedel ile ulaşmak zorunda kalabileceğimiz günleri düşünerek, acaba kağıdı, kitabı kullanmaya, yeni bilgilerimizi de kitaplara-kağıtlara aktarmaya devam mı etsek? Yoksa düzenli olarak bugün ulaşabildiğimiz bilgileri, “Hard Disklere” back-up mı alsak?

Çok mu şüpheci bir yaklaşım bu?

Hadi Değiştirelim…

Türkiye’de; Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde başlayan sigortacılık, bilinen usullerle, biraz da “alaylı” şekilde 2010’lı yıllara kadar geldi.

Bakmayın, son yıllarda Sigorta Sektörü’nde yaşanan karsızlık söylemlerine. Aslında operasyonel (teknik) kar edememe durumu, çok uzun yıllardır, neredeyse 20 yıldır devam ediyor. 1990 lı yılların 2. yarısında yüksek mali getiriler, karsızlığı, faizlerin düştüğü  yakın zamanlara kadar gizledi.

Suçlu olarak hep “rekabet” işaret edildi. Rekabetin olmadığı sektör mü var?

Demek ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Ya da demek ki bir şeyleri yapmıyoruz veya eksik yapıyoruz.

Böyle durumlar değişim zamanının geldiğini göstermiyor mu?

Yeniliklere, yeni iş yapış süreçlerine, yeni kanallara açılmanın zamanı gelmedi mi?

Hemen umutsuzluğa kapılmaya da gerek yok, izliyoruz ki, sektörün tüm oyuncuları yenilik ve çıkış yolu arayışında.

Yeniliklere en baştan aşağı başlamak lazım değil mi? Örneğin sektörde yer alan sigorta şirketlerinin veya aracı şirket genel müdürlerinden.

Nasıl mı?

Bir çok-uluslu bankanın yeni gelen Genel Müdürü’nün ilk yaptığı şeylerden bir tanesi, kendisine bir web sayfası açmak oldu. Banka içerisinde çalışanların kendisine ulaşabileceği, iletişim sağlayabilecekleri  bir web sitesi. Sadece çalışanlardan görüşler almıyor, onlara yanıtlar, bilgiler veriyor. Görüşlerini aktarıyor.

Sektörde bilgi paylaşımı ve tecrübe aktarımını; birer kişiye özel web sayfası açarak başlatalım mı?

Dağıtım Kanalı Maliyet Sıralaması

Operasyon maliyetini düşürmek sigorta sektörünün kritik  önceliklerinden birisidir.

Bir taraftan bireysel sigortalarda büyümek hedeflenirken, maliyetin düşürülebilmesi ise zor bir süreçtir.

Potansiyeli çok yüksek bireysel sigortaların satışında kullanılabilecek, mevcut dağıtım kanallarını şu şekilde sıralayabiliriz.

Acenteler,
1. Acente ve/veya satış ekipleri
2. Call Center
3. Diğer mal ve hizmet üreticileri ile işbirliği Ör: Cep Telefonu sigortası

Brokerlar,
1. Satış ekipleri
2. Call Center
3. İnternet platformu
4. Farklı sektörlerden markalarla işbirliği

Bankalar ya da diğer Finans Kuruluşları (ör: Leasing),
1. Şubeden satış
2. Call Center
3. Banka internet şubesi

Direk satışlar
1. Direk satış ekipleri
2. Call Center
3. Farklı sektörlerle işbirlikleri (örnek: Araba alana bedava sigorta)
4. İnternetten direk
5. TV tanıtım programları ile

Bu dağıtım kanallarını maliyeti en düşük olandan maliyeti en yüksek olana sıralamak istersek, sıralama kriterimiz;

Operasyonun tamamını müşterinin kendisinin yaptığı” işlemler” en az maliyetli,
Operasyonun tamamını Sigorta Şirketi elemanlarının yaptığı işlemler” en fazla maliyetli,

şeklinde olacaktır.

Belirtilen bu 2 kritere göre; şirketlerin doğrudan kendi internet sayfaları üzerinden  yapacakları satışlar en az maliyetli satışlardır.

En maliyetli satış ise, herhangi bir müşteri datasına sahip olmadan, referans usulü ile ve Şirketin direk satış ekiplerince yapılan satıştır.

Yeni satın alma trendi; müşterilerin ürünleri, markaları karşılaştırarak en uygun fiyatla satın almalarıdır. Bu teamüle en uygun satış aracı ise şirketlerin aracılar tarafından oluşturulan karşılaştırma platformlarında yer almalarıdır.

Önceden segmente edilmiş, (arama sayısı/satış gerçekleştirme rasyosuna göre) müşteri grubuna call center aracılığı ile karlı ürünler satışı da yüksek verimlilik sağlarlar.

İnsan Kaynakları Politikalarında Algı Yönetimi

Ofis ortamında yıllarca çalışmak, tek başına bakıldığında sıkıcıdır. Çalışanların günlük hayatının büyük bölümü ise bu sıkıcı ortamlarda bulunma zorunluluğu ile geçer. Şirket ise bu sıkıcı çalışma ortamında zamanlarını geçiren çalışanların, verimli olmasını bekler.

Ofis ortamında insan nasıl verimli olur?

Burada en büyük görev, Şirket Yönetimleri ile birlikte İnsan Kaynakları Departmanına düşmektedir. Bence, İnsan Kaynakları departmanlarının birinci görevi, yönetimler ile birlikte ofis ortamlarının “huzurlu” olmasının sağlanmasıdır.

Birbirinden farklı, çok sayıda insanı, aynı ortamda ve huzurlu şekilde çalışır kılmakta kolay değildir.

Öncelikle; İnsan Kaynakları Departmanı’nın çalışanlar üzerinde yarattığı, yaratacağı algı önemlidir. Bu öyle bir algı olmalıdır ki, çalışanlar üzerinde öncelikle “adalet hissi” yaratmalıdır. Kurum içi adalet, kurumun insan kaynakları politikasının yazılı olmasından öte, bu kuralların objektif uygulanmasıdır. Sadece uygulanması da yetmez. Yazılı kuralların Objektif uygulandığı “algısının” şirket içerisine yerleştirilmesi gerekir.

Yazılı kurallara aykırı bir tek pozitif veya negatif ayırımcılığın yapılması durumunda dahi, bu işlemin sadece uygulanan kişi ile sınırlı kalmayacağı ve beklenmedik bir hızla kurum içine yayılacağı bilinmelidir. Bu konudaki iletişimin hızına halen hiçbir modern iletişim aracı ulaşamamıştır.

Sadece ve sadece insan kaynakları politikalarına ilişkin “pozitif algı yönetimi” oluşturmayı başarmış Şirketler, gerçekten hedefledikleri verime ulaşabilirler. Ancak, o zaman insanlar ofis ortamında verimlilik elde edebilirler.

Sizin ofisinizde, insan kaynakları yönetimi nasıl?

CEO of Life

Actually, what capital providers expects from upper management is for them to make a decision. On paper while this seems rather simple to make a decision, especially the right one, is very difficult.

This is because every decision comes with a “price tag”. Altough these costs, when looked at company level, may seem unimportant, there are some decisions that could lead the company to bankruptcy and could lead to such high costs, that the company would have to terminate it’s activities.That said some decisions could be so beneficial as to spike company earnings.

A manager’s, a company CEO’s, success is measured by the number of accurate decisions and earnings versus the number of wrong decisions. It is for this reason that capital providers, who do not want to put themselves or their companys at risk, will prefer CEOs who have proven themselves in past decision making.This is what we call experience..

Capital providers are ready to pay quite high prices and share profit, especially, with the experienced managers or managers who make accurate decisions.

Close your eyes and imagine how many crossroads that we have come to untill today ?

We are where we are today based on all of our past decisions.The school we have gone to, friends we have chosen, our jobs, our spouses, neighbourhood where we live etc. Aren’t all of these an outcome of the decisions we have made ?

Don’t we try to protect our children from the wrong decisions, we made at the past.
For example, we tell them; be a doctor, never be a soldier, choose a certain spouse etc…

All of the above are based on what experience,do you think ?

Did we make the right decisions? What would have happened if we had taken the road not taken? Would we have been more successfull, happier, heathier, more prosperous ?

Why do we like to watch and listen to successfull,happy and healthy people? Do you ever think if I had made such a decision, I would have achieved these aswell.

What do you think? Do you think we should leave, our important life decisions, to the hands of a CEO. If we think of an experienced CEO, should we choose our CEOs from a poll of happy healthy and prosperous people.

Or, will we able to design softwares that would incorporate all of these experiences. A software which we could ask for an advice when we are at one of the life’s crossroads.What do you think? We could already name it “Decisionbook”.

Dünya Ekonomisinin Nereye Gittiğini Bilen Varsa Bana da Söylesin.

“İnsan bilmediğinden korkar.”

Çocuklarıma korkuyu açıklarken kullandığım tanımlama, bu.

Yakın zamanda ben de korkmaya başladım. Çünkü Dünya ekonomisinin nereye gittiğini, gideceğini bilmiyorum.

Bir taraftan yepyeni devasa bir ekonomi, dijital ortamda gelişiyor. Bir taraftan uzun yıllardır mevcut, bildiğimiz ekonomik kavramlar değişiyor. Yapılar yıkılıyor. Tamir edilemez hal alıyor.

En sağlam diye düşündüğümüz ülkeler, hiç tahmin edemeyeceğimiz şekilde ekonomik sorunlar yaşıyorlar.

Dünya’da temel iki ekonomik güç diye bildiğimiz, kabul ettiğimiz ABD ve AB (Avrupa Birliği) birbirleriyle “sorun yarıştırıyorlar.”

Gelişmekte olan ülke ekonomileri, görece daha iyi pozisyonlanmış gibi gözüküyor, fakat ABD ve AB de yaşanan krizin etkileri bugün olmazsa yarın o ülkeleri de vuracak gibi gözüküyor.

Belki ben kötümser haberlere denk geliyorum; anladığım kadarı ile Dünya olağanüstü günler yaşıyor. Yakın zamanda da ekonomik krizin sona erme ihtimali yok gibi gözüküyor.

ABD mi yoksa, AB mi önce toparlanır? Yeni bir ekonomik güç Dünya ya derin nefes aldırır mı? diye, biraz da çaresizlik içinde bekliyoruz.

Öte yandan; gün geçmiyor ki yeni bir olumsuz haber gelmesin.

Acaba, “piramidin altından çekilen bir taşın üzerine, piramit yeniden mi şekilleniyor?”

Bilinmezlik korkutuyor.

Dünya Ekonomisinin nereye gittiğini bilen varsa, bana da söylesin.