Acentelerin Şubeleşmesi

Bir dostumuz,  muhasebecilik yaparken, diğer bir ofiste de  iki şirketin sigorta acenteliğini yapıyordu. Muhasebesine baktığı şirketlerin ve ortaklarının, varlıklarını sigortalayarak kendisine gelir yaratıyordu.

Beni aradı.

“Çalıştığı iki sigorta şirketi ile de anlaşmalara son vermiş. Çünkü artık ürettiği gelir, masraflarını karşılamaya yetmiyormuş. Sigorta şirketleri ile küçük ölçekli bir sigorta acentesi olarak çalışmak, ekonomik olmaktan uzaklaştı.” dedi.

Bir gün internette,  bir acentenin, küçük hacimli acentelere “gelin birlikte çalışalım” çağrısını görmüş. Yüz yüze görüşmüşler.

“Ben sizlere çok sayıda şirketin tekliflerini sunabileceğiniz bir teknolojik alt yapı sunayım ve sizi şirketimin bir şubesi haline getireyim siz üretim yapın, geliri bölüşelim.” demiş.

Görüştüğü ve iş hacimleri kendisine yakın pek çok başka küçük ölçekli acente de, şube yapısı altında, bu tarz işbirliğine girmiş.

Arkadaşım, bu tür bir oluşuma nasıl baktığımı merak etmiş ve beni aramış.

Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık Genel Müdürlüğü, 3-4 sene önce, müşteri menfaatlerinin aleyhine işlediği için, sigorta aracılarının “tali” olarak çalışmalarını katiyetle yasaklayan bir duyuru yayınladı.

Benim hatırladığım kadarıyla temel amaç; birkaç büyük organizasyonun belirli coğrafi bölgelerde, “bir sigorta aracı tekeli” oluşturmalarının önüne geçilmesiydi.

Duyuru ile tali sistemi (bildiğim kadarı ile) tamamen ortadan kalktı.

Ancak, ölçek ekonomisi  sigortacılıkta küçük acentelere yaşama şansı bırakmadı. Daha büyük ölçek altında çalışılabilmesi için eskiden bir ana acente etrafında tali acente adı altında buluşulabiliyor iken artık bu imkan da ortadan kalkmıştı ki, şimdi de şubeleşme ortaya çıktı.

Beni arayan arkadaşıma;

“Bu uygulamanın Dünya’da da bir trend haline geldiğini ve ana acentenin şubeleri şeklindeki örgütlenen yeni ve güçlü  çok uluslu şirketlerin, farklı ülkelerde ortaya çıktığını ve en az iki tanesinin de benzer bir yapılanmayı Türkiye’de gerçekleştirmeye dönük pazar araştırması yaptıklarını bildiğimi ve eğer kendi işleri ile ilgili böyle bir ihtiyaç var ise kurumsal şirketler altında hareket etmenin daha iyi sonuçlar verebileceğini,”

ifade ettim.

Tüm sektörlerde olduğu gibi sigorta aracılarında da ölçek ekonomisi, küçüklerin iş yapmasına artık izin vermiyor. Süreç içerisinde “su yolunu buluyor” ve ihtiyaçlara karşılık gelecek ve mevzuata uygun en uygun çözümler, doğalıyla ortaya çıkıyor.

Ülke içerisinde bu tür yapılanmalar, henüz çok uluslu oyuncular pazara girmeden ortaya çıkar ise, ülkenin elde edeceği gelir; bu tür yapıların henüz gelişmediği ve tek tek küçük acenteler ile oluşturulacak yeni yapılanmalardan elde edilecek gelirden, toplamda daha  yüksek olacaktır.

Bence düzenleyici ve denetleyici kurumların da destekleri ile; küçük ölçekli acentelerde şubeleşme yapısına bir an önce geçilmelidir. Böylece, hem küçük aracıların yok olmasının önüne geçilmeli, hem de pazara yeni girecek çok uluslu büyük oyunculardan daha fazla gelir kişilere ve toplamda ülkeye sağlanmalıdır.

Yeme İçme Turizmi

2000 yılında,  çalıştığım kurum beni, ABD’nin sayılı okullarından bir tanesinde 10 günlük bir “Satış Yönetimi” eğitimine gönderdi. Çok sayıda ABD’li öğrencinin yanında, Avrupa ve Güney Amerika’dan katılımcılar vardı. Katılımcılar iş dünyasından ve orta orta üstü yöneticilerden oluşuyordu.

Ders arası sohbetlerden bir tanesinde, ABD’li bir kursiyer, tatil için ABD’nin Güneyine gideceğini söylemişti. Ben de merakla neden? Ne var Güney’de? diye sormuştum. Aldığım cevaba inanamamış ve bir kez daha sormuştum. Yanıt: “Yemekler bol, güzel ve ucuz.”

Son dönemde pek çok tanıdığımız tatil için Yunanistan’ı seçiyor. Niye diye sorduğumuzda, aldığımız yanıt 2000 yılında Amerikalı arkadaştan aldığım yanıta çok benziyor. “Yemekler çok lezzetli ve ucuz. Özellikle de deniz ürünleri.”

Geçen hafta ilk defa, çocuklar ile Londra’ya gittik.  Çin, İspanyol, Japon ve İngiliz (İngiliz denince Fish&Chips) mutfaklarında yemek yedik.

Biraz da kur artışının etkisi ile Pound geçmişten daha değerli. Buna rağmen 4 kişi için ödediğimiz yemek ücretleri, İstanbul’da benzer seviyedeki mekanlarda ödeyeceğimizden daha azdı. Biraz kazıklandığımızı hissettiğimiz, sushi restaurantı’nda ödediğimiz rakam bile buradaki fast food sushi faturalarından daha insaflıydı.

“İnsanlar, daha lezzetli yemeği, daha ucuza yemeyi, tatilleri için bir kıstas kabul etmeye (artık Türkiye’de de) başlar oldular.

İyi bir yemeği Türkiye’de bu denli pahalı kılan şey nedir? Neden böyle oldu? İncelemek, düşünmek lazım, yoksa sadece lokantalar değil, ülke turizmi de olumsuz etkilenecek.

Kur Artışının Sigorta Şirketlerine Etkileri

1998, 2001, 2008 benim sigorta sektöründe görev alırken, hatırladığım ekonomik dalgalanma yılları. Özellikle kurlarda ani dalgalanmaların sigorta şirketlerine etkilerini yaşadığımız dönemler.

Benim tecrübelerime göre; döviz kurlarının ani yükselmesi sigorta şirketlerinin bilançolarına şu şekillerde yansıyor:

İlk etki, sektörün neredeyse %50’sini oluşturan motor (kasko-trafik) branşı hasarlarında yaşanıyor. Araç parça bedelleri, yükselen kurlar ile birlikte hemen artıyor. Aynı aracı daha önce 100 TL’ne onarabiliyor iken, kurdaki artış oranında parça fiyatları artıyor. Artan parça fiyatları üzerinden KDV tutarları da artıyor. Kurdaki artış etkisi yakın dönemde  açılmış ancak henüz ödenmemiş hasarları da kapsıyor.

Hasara konu poliçelerin büyük kısmı geçmiş dönemde yazılmış poliçeler ve dönem sonuna kadar kur artışındaki negatif etkiyi, aynı hızla primlere yansıtabilmek mümkün değil.

Yani bilançonun en büyük kalemlerinden hasarlarda anında artış başlıyor.

Yeni yazılan  işler, döviz cinsinden veya dövize endeksli poliçe ise TL cinsinden prim artışları otomatik gerçekleşiyor. Ancak, yazılan primleri, 1/24 esasına göre muhasebeleştirebiliyor, gelir yazabiliyoruz.

Kurlardaki artışın prim artışına etkisini orta ve uzun dönemde görebiliyoruz.

Sigorta şirketlerinin bir diğer önemli gider kalemi, reasürans ödemeleri.

  • Reasürans treteleri (anlaşmaları) bölüşmeli ise etkisi nispeten pozitif olabilir. Çünkü hasar giderlerindeki artış anında devredilebiliyor. Ve fakat motor (kasko-trafik) branşında bölüşmeli treteye sahip şirket sayısı, bir elin parmaklarını geçmez.
  • Diğer branşlarda bölüşmeli trete var ise, hasar anında reasürörle döviz olarak paylaşılacağından, olumlu etkisi olacaktır.

Şirketlerimizin pek çoğu reasürans şirketleri ile bölüşmesiz, genellikle  Excess of Loss (XL) anlaşmaları ile çalışırlar.  Bu anlaşmalar gereğide ödemeler belirli dönemlerde döviz cinsinden yapılırlar. İşte bu noktada, henüz ödemesi yapılmamış kalan taksitler için bir kur farkı zararı ortaya çıkacaktır.

Sigorta şirketleri sadece poliçe üreten değil, aynı  zamanda fon yaratan (yaratması beklenen) şirketlerdir. Bu fonların getirileri de (mali gelir), önemli bir gelir kalemidir. Her ne kadar faizlerin tek haneye düşmesi ile Türkiye’de mali gelirler eski parlak günlerinden uzaklaşsa da, halen şirketlerin önemli bir gelir kalemidir.

Şirket fonları içerisinde döviz veya dövize endeksli bonoların ne oranda yer aldığı da, ani kur artışlarında şirketlerin gelirlerini etkiler.

Toplam bilanço olarak bakıldığında, dövizli yükümlülükler ile dövizli aktiflerin, iyi yönetilen bir şirkette birbirlerine yakın tutarda olması veya eğer yükümlülükler fazla ise “hedge” yapılarak döviz dengesinin korunması beklenir ki Türkiye gibi, dönem dönem döviz kurlarında oynamaların yaşandığı ülkelerde, ani ve taşınması zor kur giderleri yaşanmasın.

Dövizdeki artışın diğer giderlere de zaman içinde etkileri olacaktır. Kira, enerji, yol giderleri, ithal/dış kaynaklı software ve hardware, sarf malzemeleri gibi.

Türkiye’de faaliyette bulunan şirketlerin büyük bir kısmı uluslararası sigorta gruplarına aittir ve kar-zararları döviz cinsinden, ilgili kuruma konsolide edilmektedir. TL cinsinden kar eden şirketlerin gruplarına döviz cinsinden katkıları ve/veya eğer zarar ediliyorsa döviz cinsinden zararları, daha düşük ölçekte gerçekleşecektir.

Bedeni Hasarlarda Aracılar Sisteme Çekilebilir mi?

Son yıllarda trafik kazaları sonucunda meydana gelen ölüm ve sürekli sakatlık hallerine ilişkin tazminat taleplerinin ciddi oranlarda artması, sigorta sektörü’nün Trafik (Zorunlu Karayolları Mali Sorumluluk) Sigortası branşından dramatik oranlarda zarar etmesine neden olmaktadır.

Zarar temel oşarak, meslekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasında kullanılan yöntemlerin standart olmamasından kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; aktüerlerin, tazminat hesabında kullanmış olduğu iskonto oranları ve mortalite tabloları ile mağdur veya kanuni hak sahiplerinin hukuki yollara başvurması sonucunda, mahkeme tarafından atanan bilirkişinin uyguladığı yöntemler arasında ciddi farklılıklar bulunmasıdır.

Uygulamada herhangi bir ölümlü veya yaralanmalı trafik kazası meydana geldiğinde, mağdurlardan ciddi oranda komisyon alarak, dosya takip eden şahıslar/organizasyonlar  ortaya çıkmıştır. Bu kişiler, mağdur veya yakınlarından vekaletname veya temlik almak suretiyle ya direk olarak dava yoluyla talep yapmakta ya da önce sigorta şirketlerine başvuru yaparak önce aktüerlerin hesapladığı tazminat tutarlarını tahsil edip, ardından fazlaya ilişkin haklar için hukuki yollara başvurmaktadır.

Buna ek olarak, bu şahıslar/organizasyonlar sigorta şirketinden. “destekten yoksun kalma tazminatını” geçmiş yıllarda almış mağdurlara da ulaşarak, onları kapanan dosyalar için de sigorta şirketlerine dava açmaya yönlendirmektedir.

Hukuk sürecinin uzun sürmesi, sektörde ciddi tutarlarda muallak hasar rezervlerinin tutulmasına neden olmakta ve sonucunda da sektör Trafik Sigortası’ndan büyük oranda zarar etmektedir.

Dünya uygulamalarına baktığımızda:

-İtalya’da, mağdur veya temsilcisi gerekli tüm evrakı tamamladıktan sonra öncelikle Sigorta Şirketi’ne başvuru yapmak zorunda olup direk dava yoluna gidememektedir.

-İspanya’da ise, “Baremo Modeli” uygulanmakta olup; bu model, oluşturulan tazminat tabloları ile hesaplamaların yeknesak hale getirilmesini sağlamıştır.

TSB (Türkiye Sigorta Birliği)  nezdinde oluşturulan komitelerde Baremo ve/veya benzer bir modelin uygulamaya alınması için çalışmalar yapılmakla birlikte; hazırlık aşamasında olan yeni Trafik Sigortası Genel Şartları’nda da hesaplamaların bu yöntemle yapılmasına ilişkin ortak görüşler oluşmaktadır.

Öte yandan, trafik kazalarını oluştuğu andan itibaren tespit edip, mağdurlara sigorta şirketlerini dava açmak üzere ulaşan kişi veya organizasyonlar ile temasa geçilerek, bu kişi veya organizasyonların belirli bir ücret karşılığı, sigorta şirketleri adına hareket etmeleri sağlanabilir.

Uygulamada, araştırmacı olarak çalışılan bazı firmalar, mağduru bulmak ve temasa geçerek mutabakat için evrakı toplamak amacıyla bazı sigorta şirketlerine yardımcı olabilmektedir. Ancak, mevcutta bu firmaların sayısının azlığından öte, söz konusu firmalarla çalışma arzusundaki sigorta şirketleri de yok denecek seviyede olduğu söylenebilir.

Bedeni tazminat taleplerinde son dönemde yaşanan diğer bir sıkıntı ise, sigortalı araç sürücüsünün kusurlu olmasına karşın sigorta şirketi’ne tazminat ödeme yükümlülüğü getiren Yargıtay kararıdır.

Bu karar ardından, geçmişte trafik kazası sonucu yakınlarını kaybetmiş olan kişiler sigorta şirketlerinden talepte bulunmaya başlamış ve taleplerin reddi üzerine mahkeme başvurularının sayısı artmıştır. Bedeni hasarlarda zaman aşımı süresinin 10 yıl olması sebebiyle de önümüzdeki dönemde de taleplerin sayısının artması muhtemeldir.

Disconnect (Sanal Hayatlar)

Dün akşam, orijinal ismi:   “Disconnect” olan ve Türkçeye “Sanal Hayatlar” olarak çevrilmiş bir film seyrettim.

Bazı filimler vardır ki etkisinden kurtulmak zaman alıyor. Bu filmi de o listeme ekledim.

Malum dönem internet dönemi.  Hayatımızın her alanında dijital dünyanın imkanlarını kullanır olduk. Bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tabletler derken;  onlarsız, yön bulamaz, bankacılık işlemi yapamaz, seyahat edemez, adres bulamaz, sosyalleşemez, vb. gibi,  bir hale geldik.

Dijital dünyayı sigortacılık sektörüne taşımakta bu denli uğraştıktan sonra, “Hayatımızın Dijitalleşmesinden şikayetçi miyim?”

Kesinlikle hayır.

Ancak, yaşamaya yeni başladığımız sanal dünyanın da  gerek sosyal ve gerekse ekonomik tehlikelerine dikkat etmemiz gerekiyor. Bu yeni dünyayı riskleri açısından da  iyi tanımak ve  bilmek gerekli.

“Sanal Hayaller” tamda bu konuya değiniyor.

Filim; sanal dünya’nın tehditlerini zaman zaman birbiri ile iç içe geçen üç ayrı olay üzerinden anlatıyor.

Kısaca konu başlıkları:

1-      Küçük bir televizyon kanalı için habercilik yapan orta yaşlardaki televizyoncunun  sanal seks işinde çalışan gençler üzerine yaptığı haber,  bir ulusal kanalda yayınlanınca yerel olmaktan çıkıp, tüm ülkenin konusu haline geliyor. Haberin yayınlanmasını takiben, televizyoncu ve ona gizli röportaj veren gencin yaşadıkları.

2-      Çocuklarını kaybettikten sonra ilişkileri çıkmaza giren çiftten;  kadının dertlerini paylaşmak için katıldığı forumlar ve erkeğin sanal dünyada kumar oynaması. Bu sırada gizli bilgilerini çaldırdıkları kişilerce önemli miktarda paranın kredi kartlarından çekilmesi ile  hayatlarının alt üst olması.

3-      Ergenlik çağındaki iki gencin, biraz içe kapalı bir diğer genci kandırarak çıplak fotoğrafını sosyal ağlarda yayması ile içine kapalı genç kendisini asarak intihara teşebbüs ediyor. Genç hastanede ölüm kalım mücadelesi verirken,  avukat babanın da olayı ortaya çıkartmaya dönük mücadelesi ve kendisi ile geriye dönük baba-oğul ilişkilerinde “keşke” hesaplaşmaları.

Şeklinde özetlenebilir.

Her ne kadar tehditler sanal dünyada gerçeğe dönse de,  bu tehlikelere zemin hazırlayan insan ilişkileri ve aile içi ilişkilerdeki sorunlara da çok güzel dokunuyor.

Seyretmeden filme heyecanınızı kaybettirmek istemem ancak, filmin sonu iyi bitiyor.

Mutlaka izleyin ve varsa 13 yaş üstü çocuklarınızın da izlemesini sağlayın diye, öneririm.

CEO – Ceyda Evde Otur(m)uyor, Artık

2007 yılında şirketin satılması gündeme gelince, şirketin ve doğal olarak kendilerinin geleceklerinden emin olamayan arkadaşlar, şirketten  tek tek ayrılmaya başlamıştı. Reasürans yenileme dönemi geliyordu ve reasürans departmanı boş kalmıştı.

Tam o dönemde Ceyda  hızır gibi yetişti  ve “Danışman” olarak bizimle çalışmaya başladı.

Bizler için özel bir dönemdi. Zor bir dönemdi ve tam ihtiyaç olduğu anda, ekibin yanında yerini aldı.

Şirket satıldı. Yeni dönem başladı ve Ceyda, arzuladığı sorumlulukları bu kez farklı unvanlar  ile alma fırsatı buldu. Genel Müdür Yardımcısı unvanı ile Grubun kurumsal işlerinin yönetimi için oluşturulan birimin sorumluluğunu aldı. Özellikle ilişki yönetimi konusunda çok başarılıydı.

Yaklaşık üç sene birlikte çalıştık. Güzel bir döneme imza atan ekibin üyelerinden bir tanesi oldu.

2011 yılında, sigortadukkanim.com kuruluşu için görevden ayrılmamı takiben, sanırım bir sene daha görev yaptı ve o da görevinden ayrıldı.

Ayrıldıktan sonra hayallerinin peşine düştü. Hayallerini gerçekleştirmek için beklediği dönem arkadaşları kendisine takılıyormuş. Ceyda, CEO oldu diyerek. CEO’nun açılımı biraz farklıymış. “Ceyda Evde Oturuyor.” Şeklinde.

Hayali: Hamburgerci açmaktı.

Uzun bir hazırlık dönemi geçti.  Hazırlık o kadar uzun sürdü ki, artık hamburgerci açabileceğine dair, benim bile ümidim kalmamıştı ki; Ceyda Hamburger’cisini açtı:

Hill Side Trio içerisinde bir Burger House.

indir

Sinema salonlarını çok sevdiğimiz için, film izlemeye neredeyse her hafta “Hill Side Trio’ya” gidiyorduk. Şimdi haftada ikiye çıkardık. Bir defa sinema için, bir defa da Ceyda’nın Burger House, burgercisinde hamburger yemeye.

Özellikle, “Lokum Burger’e” bayılıyorum.

Ceyda iyi sigortacıydı, şimdi iyi işletmeci de olmuş. İşinin başında duruyor. Süreçleri bir bir takip ediyor.

Hayallerinin peşinde çok insan koşuyor ancak, hayallerini gerçekleştirebilen insan sayısı az. Gerçekleştirenlerden birisi de Ceyda oldu.

Ceyda Evde Oturmuyor, artık.

Çalışan Memnuniyeti

Yurt dışında ziyaret ettiğim sigorta şirketlerinin bir tanesinde, Çalışan Memnuniyetini artırmak amacıyla gerçekleştirilen bir uygulamadan çok etkilenmiştim.

Şirket çalışanlara anket yapmış ve “iş yerinde mutluluklarını artıracak neler yapabiliriz?” diye sormuş. Çıkan sonuçlardan bir tanesi: “haftanın bir günü çalışanların şirkete çocuklarını da getirebilmeleri”, talebi olmuş.

Böyle bir talebe nasıl yanıt verilir?

Klasik bakış, “Hayır mümkün değil olmaz.” der. Ancak, bu şirket talebi kabul etmiş. Her hafta bir gün çalışanlar 5-18 yaş arasındaki çocuklarını şirkete getirebiliyor. Şirket binasının tam ortasında ve çalışanların çalışma alanlarından görebilecekleri şekilde, çocuklar için özel bir alan oluşturulmuş. Bu alanda kütüphane, çeşitli yiyecekler, küçük çocuklar için bir oyun alanı kurulmuş.  2-3 çocuk bakım uzmanı çocuklara refakat ediyor.

Haftanın bir günü, tam gün veya yarım gün çocuklarınızla birlikte işe gidiyorsunuz. Onlar zaman geçiriyor ve siz birlikte olmanın mutluluğu ile çalışıyorsunuz. Güzel değil mi?

Türkiye’de sigorta şirketlerinde 31.12.2012 itibariyle itibari ile;  6.280 kadın, 5.496 erkek olmak üzere toplam 11.776 kişi  çalışmaktadır. Nüfusumuzun yaş ortalaması 29. Yani anne baba olma oranı çok yüksek. Diğer dönemlerde okul var ancak, özellikle yaz tatili döneminde çocuklar anne babaları ile daha fazla zaman geçirmek istiyorlar ve evde oyalanmaları çok zor. Gerçekten çalışana değer veriliyorsa bu tip uygulamalar ile ülkeye ve farklı sektörlere örnek olunamaz mı?

Her şey sadece ay sonlarında maaş bordrosuna yansıyan maaş olmamalı.

Ya Tam Hizmet, Ya Da …

“Orta üstü sınıf bir araba kullanıyorsunuz. Satış kanalı (acente, broker, banka vb.) dışında, daha önce hiç sigorta şirketi ile temasınız olmamış. Şimdi, bir hasarınız olmuş ve size hasar tamirat süresince kullanmak üzere bir ikame araç vermişler.

Araç sigara kokuyor. Yazın ortasında yağan yağmurda silecekleri çalışmıyor. Üstelik sizin aracın alt segmentinde bir araç. Sürüşte yoldan çıkacakmış hissi yaşıyorsunuz.”

İkame aracı sektörümüzde ya asistans firmaları veya çalışılan özel servisler veriyorlar. Ancak, yukarıda yaşanmış gerçek hikayede sizce müşteri, “Aracı kendisine kimin verdiğini düşünüyor?”

Sigorta şirketi.

Daha önce hasar servisi almamış bu müşteriye, aracının hasarını ne kadar iyi tamir ederseniz edin, nasıl bir mesaj verdiniz?

Otomobil satıcıları yeni bir araç çıkardıklarında müşterilerini çekilişler ve ödüller vaad ederek test sürüşüne davet ediyorlar. Buna pazarlamada “Experimental Marketing” (Deneysel Pazarlama) adı veriliyor.

Sizce sigorta şirketlerinin ikame araçlarda doğru müşteriye, doğru segmentte olmayan araç vermeleri, temiz olmayan, düzenli bakımı yapılmayan araç vermeleri, nasıl bir deneysel pazarlama sonucu doğurur?

Denebilir ki, motor branşlarında zarar etmekten kendimize gelemedik. Bir de hasarlı müşteriyi mi mutlu edelim?

Ancak, Türkiye’de kasko poliçesi alan her iki müşteriden bir tanesi hasar yapıyor. Doğru servisi denemelerini sağlamazsanız, olmayın bu branşta daha iyi.

Ya doğrusunu yapın, ya da hiç yapmayın.

İtalyan İşi

Olaylara, firmalara ve insanlara sadece olumsuz açıdan bakmayı doğru bulmam. İyi olana hakkını vermek lazım ve hatta kötü olandan daha fazla anlatmak lazım ki, kötüler de nasıl iyi olunacağını görsünler.

2008 yılında Casa mobilya firmasından çok beğenerek İtalyan CIACCI markalı bir yatak odası takımı aldık. Dedelerimizin, ninelerimizin prinç yatak takımlarının modernize edilmiş hali olduğu için olsa gerek, güzel tasarımının yanında nostaljik de bulduk ve aldık. Evimize kattığı sıcaklığı çok sevdik.

İki-üç hafta önce yatağın köşe dirseklerinden birisi kırıldı.IMG_1561

Döküm ve özgün bir parça olduğundan, kırık dirseği aldım ve Kızıltoprak’taki Casa mağazasına gittim. Mağaza yetkilisi; “Artık ithal ürünler satmadıklarını ve dönem itibariyle tatil sezonuna rastlayacağından, imalatçı firmadan kırılan parçanın yenisinin gelmesinin birkaç ay sürebileceğini”  ifade edince; imalatçı İtalyan CIACCI firmasının mail ve telefon numaralarını aldım ve mağazadan ayrıldım.

IMG_1560

Buradan sonrası bana çok ilginç geldi…

8 Temmuz günü  CIACCI firmasına, kırılan parçanın fotoğrafı ile birlikte, sorunumu anlatan ve mümkünse kırılan parçanın yenisini kendilerinden bedeli karşılığında almak istediğimi, ifade ettiğim bir mail gönderdim.

12 Temmuz günü, olmasına çok alışık olduğum bir hizmet (sizlik) örneği daha yaşadığım düşüncesine kapılarak eve döndüm.  Firmanın hiç olmaz ise nezaketen, “Mailinizi aldık, ancak…” diye başlayan bir cevap bile göndermemiş olmasına kızgındım.

Bir de ne göreyim?

Evde bir küçük kurye kutusu. Gönderen: CIACCI/İtalya ve içinde kırılan dirsekten bir değil, iki tane (sağ ve sol)…

Koca bir yatak odası takımı küçücük bir parça yüzünden evde demonte vaziyette beklerken, kendimize yeni çareler (yenisini mi alsak, kırık parçayı tornacıya mı yaptırsak vb. gibi) ararken, gelen parçaları görünce yaşadığım mutluluğu anlatamam.

Ben daha yanıt beklerken, parça İtalya’dan geldi. Hani bir reklam kuşağı dönüyor ya; “Az laf, çok iş.”

Hemen bir teşekkür maili  yazdım… Mutluluğum paylaşmakla azalmadı, bir de blog yazısı yazmak istedim. Bravo CIACCI.

http://www.ciacci.com/

Teşekkür Ederim

Blog yazmaya 2011 üçüncü çeyreğinde başladım.

Başlama nedenim, www.sigortadukkanim.com ‘u destekleyecek bir “CEO Blog” oluşturulmasının faydalı olacağı yönünde, tanıtım ajansımızca  yapılan tavsiye idi. İşler biraz oturup, kendi kendini devam ettirmeye başladığında bu defa ofiste kalma sürem artmıştı ve de yazmak istediğim çok şey vardı.

Uzun bir süre her gün bir yazı post ettim (post etmek blog’çular arasında kullanılan bir terminoloji). Sonra baktım ki işi gücü bırakıp, bugün ne yazsam? diye düşünerek, kendimi rakamlar, haberler içinde kaybetmişim.

Sonra haftada bir yazı yazmaya karar verdim.

Ekim 2011 de yeni şirketimizin lansmanı için reklam ajansı ile görüştüğümüzde, tanıtımda en etkili yöntemlerden bir tanesinin de sigorta sektöründe yazı yazan blog’çular aracılığı ile yapılacak tanıtım olduğu söylendi. Ancak o dönemde sigorta sektöründe ciddi blog yazan yoktu, ya da biz bulamadık. İlklerden birisi olmak güzel bir hedefti.

Zamanla blog post ediyor olmamın amacı değişti, özellikle www.sigortadukkanim.com ’un satılmasının ardından artık işin ticari amacı kalmamıştı. Bu kez de haftada bir yazı yazmayınca bir eksiklik hissetmeye başladım.

Neredeyse iki senedir yazı yazıyorum. Bu hafta tatilden yeni döndüm, ekran başına oturdum ve www.ertugrulbul.com ne yapmış, birilerinin işine yaramış mı diye değerlendirme yapmaya karar verdim.

  • Bugüne kadar 241 yazı post etmişim.
  • Yazılarım toplam 64.696 defa okunmuş ve toplam 102 yorum yapılmış.
  • En çok okunan yazım; Çok sevdiğim arkadaşım Ali için yazdığım ve  2.143 defa okunan  “En Doğrusunu Ali mi Yaptı?” olurken, geçtiğimiz yıl kaybettiğim babamın, sağlık serüvenini yazdığım “Sağlığınıza Dikkat”  ikinci en fazla okunan yazım olmuş.

Bloğumu sigortacılık konusunda konumlandırmak isterken en çok okunan yazıların sigortacılık dışında olmasını nasıl karşılamalıyım bilmiyorum:))

Teşekkür ederim.