Sizin Karamsar Olma Hakkınız Yok

Uluslararası bir grupta çalışmaktan aldığım en büyük derslerden bir tanesi de; şirket yöneticilerinin “Biz burada hata yaptık. Bu konuyu iyi yapamadık. Performansımızdan memnun değiliz. vb. gibi” cümlelerle geçmişe dönük kendilerini kritik etmeleriydi.

Bizde biraz da kişisel egolar, başarısız olursak koltuğumuz gider, imajımız sarsılır düşüncesiyle olsa gerek, bir önceki döneme dair hep iyi şeyleri sıralıyoruz ve sanki kötü performansın dile gelmesinden, getirilmesinden korkuyoruz.

Oysa yanlış yaptık, eksik performans gösterdik diyebilmek bir özgüven ve kendini bilmek değil midir?

Öte yandan, şirket üst yönetimlerinin geleceğe dair, sektöre dair karamsarlık beyan etmeleri de, bu kez geleceğe dair yanlış mesaj değil midir?

Sigorta sektöründe ortalama 200 ila 1.000 kişilik kendi ekibiniz başta olmak üzere, sizden duyacaklarından, geleceğe dair umut beklentisinde olan insanlara verilen çok yanlış mesaj değil midir?

Yöneticiler olarak, sizden beklenen şartlar ne kadar kötü, karamsar olursa olsun (Ki ben buna hiçbir dönem inanmıyorum. Mutlaka geleceğe dair umut içeren konular da vardır. E.B.), yönettiğiniz şirketin iyi performans sergilemesi değil midir? Geleceğe dair karamsar beklentisi olan yöneticinin, ekibini motive etme ve zor dönemlerden başarıyla çıkma ihtimali var mıdır? Birlikte çalıştığınız insanları nasıl motive edeceksiniz?

Geleceğe, ekonomiye, sektöre, ekibe, şirketine, yaptığın işe inanmıyorsan, yapma, kendine eziyet ekibe de-motivasyon  yapma, bırak, yapabileceğine inananlar, yeni bir inançla, yeni bir enerji getirsin.

Not: Son dönemde bloğumda yer alan pek çok konu, eşim Aycan ile yaptığımız fikir alış-verişlerinden çıkıyor. Bana sitem ediyor: “Lütfen fikirlerin çoğunu benden aldığını, yazar mısın? diye.”  Ben de yazıyorum. Teşekkürler, iyi ki doğdun ve iyi ki varsın Aycan.

Üzgünüm

Geçtiğimiz günlerde eski çalışma arkadaşlarımdan bir tanesinden sitem aldım: Bir daha birlikte çalıştığımız ortamı bulamadık, bulamayacağız. Aslında orası bir istisnaymış, genel çalışma hayatı böyle değil ve biz o şirketten sonra iş hayatında mutlu olamadık, olamıyoruz, dedi.

Ben de üzgün olduğum konuları sıralamaya ve bunları yapmayı şirket kültürü kıldığım için birlikte çalıştığımız arkadaşlardan af dilemeye karar verdim.

Üzgünüm çünkü:

-Şirket yönetimini,  oluşturulan bir komite aracılığı ile gerçekleştirdiğimiz için,

-Yukarıdan aşağıya şeffaf ve dedikoduya mahal bırakmadan bilgi akışı sağladığım için,

-Satış zamanı dahil zor anlarda tüm çalışanları bir araya toplayıp, bilgilendirme yaptığım için,

-Ayda bir ve tüm çalışanlara, Genel Müdür mesajı olarak, şirket mali durumu ve şirketin performansına dair mailler gönderdiğim için,

-Üç ayda bir yöneticiler ile doğru-yanlış yaptıklarımıza ilişkin “feedback” toplantıları yaptığımız için,

-Hiç bir konuyu sürüncemede bırakmadığımız için,

-Senede bir tüm çalışanların katıldığı; Neler yaptık? Nerelerde hata yaptık? İzleyen sene neler yapmayı hedefliyoruz? Konularına dair bilgi verilen ve aynı günün gecesinde de sabaha kadar eğlenilen, “Vizyon” toplantıları yaptığımız için,

-Ayda bir defa şirkete olumlu katkısı olanlara ödül töreni düzenlediğimiz için,

-İzleyen senenin performans hedeflerini tüm çalışanlara dağıtıp, performans notlarını bu kriterlerde dağıttığımız için,

-Genel Müdür odasını ayrı bir katta toplamayıp, kapısını hiç kapalı tutmadığım için,

-Gün içlerinde katlarda masa aralarında dolaşıp arkadaşların sırtlarına vurup, motivasyon turlarına çıktığımız için,

-Doğru olmayana karşı ve sonucu ne olursa olsun düzeltmesi yapılıncaya kadar mücadele edilmesi gerektiğini, iş yapış kültürüne işlediğimiz için,

-Her çalışan ile hayata dair sohbet ettiğimiz için,

-Hiçbir şeyin “mutlu çalışmaktan” öte olmayacağı inancıyla, gerekirse bırakıp çıkılması gerektiğini gösterdiğim için,

-Doğru iş sonuçları için çatışmaları teşvik edip, bunun dışında çatışmalara izin vermediğim için,

-Kararlara imza atmaktan veya yazılı göndermekten çekinmediğim için,

-Yenilikleri her zaman heyecan ve inanç ile teşvik ettiğimiz için,

-Yapılan işlerden sorumluluk almaktan korkmayıp, iş yapılıncaya kadar mücadele edilmesi  gerektiğini ancak, iş yapıldıktan sonra  iş sonuçlarına ilişkin sorumluluk alanların arkasında sonuna kadar durduğumuz için,

-Çalışanların günlük hayatlarının büyük kısmını geçirdikleri ofis hayatını çekici kılmaya çalıştığımız için,

-Kadınlar gününde masa aralarında müzisyenlerce müzik yapıldığı için,

-Çalışma ortamını, sevgi ve saygı ortamına çevirdiğimiz için,

-Her zaman “Birlik Olun” mesajları verdiğimiz için,

-Ve şu anda hatırlayamadığım diğer pek çok şey için,

Üzgünüm.

Çabuk alışılıyor, her yer ve her zaman böyle sanılıyor ancak, her yerde ve her zaman bulunmuyorlar.

Zengin Etmeyen Sektör

Geçtiğimiz akşam, bir dönem birlikte çalışma fırsatı bulduğumuz dört arkadaş bir yemek masası etrafında buluştuk.

Geçmişte tamamı profesyonel çalışan arkadaşlarımın şu anda birisi eksper, birisi broker ve birisi de bir şirketimizde genel müdür yardımcısı olarak görev yapıyor.

Ben bu aşamada, kendimi danışman olarak sayıyorum.

Yemekte konu konuyu açtı. Sonuçta bir arkadaşımız;

-“Benimle aynı yaş döneminde, benzer eğitimleri almış ancak farklı sektörlerde çalışan arkadaşlar benim sigorta sektöründen kazandığımdan daha fazla para kazandılar, kazanıyorlar”

dedi.

Düşündüm. Genel anlamda haklı. (Elbette, “kendimizi her zaman daha iyisi ile kıyasladığımız” gerçeğini aklımızda tutmak kaydıyla.)

Sektör çalışanları olarak, sektörün para kazanmadığı, kazanamadığı bir ortamda çalışanların “iyi para” kazanmaları, içlerinden zengin çıkartması çok zor.

Sektörün üretimde, büyümede sıkıntıları olmasa bile, kar edemeyen şirketlerimizin sermayedarlarına nasıl anlatılır? Daha fazla maaş ve/veya bonus?

Arkadaşımız;

“Geçmişte şirketlerinden ayrılırken “personel sandıkları olduğu için” aldıkları ikramiye ile artık efsaneleşen yöneticiler, şirketlerini başarı ile satan eski şirket hissedarları ve şirketlerinin satışını yönetmiş ve bu nedenle sermayedarlarca ödüllendirilmiş az sayıda yönetici dışında, bu sektörden iyi para kazanan, zengin olan, çıkmadı.”

dedi.

Bloğumda sigorta sektörünü her zaman “geleceğin sektörü” kelimeleriyle tanıtmaya çalışırken; bu sektör  çalışanlarının bugüne kadar, paralelleriyle aynı ve/veya benzer parayı kazanamamış olmalarını veya diğer sektörlerden farklı olarak az sayıda zengin çıkartabildiğini, bu sektöre yeni girmek isteyenlere nasıl anlatmak lazım?

Geçmişte yanlış, fakat geleceği parlak bir sektörde mi çalışıyoruz, diyeceğiz.

Ne dersiniz?

Sigorta Sektörü Çalışan Verimliliği

Türkiye Sigorta Birliği (TSB) “2012 Yıl sonu İtibariyle Merkez ve Bölgelerde Kadrolu, Sözleşmeli, Part-time, Full-time Çalışanlar Sayısı” verilerini açıkladı.

Sigorta şirketlerinde (200 kişilik reasürans şirketi/şirketleri çalışanları dahil) geçtiğimiz yıl sonu itibariyle;  6.280 kadın, 5.496 erkek çalışan olmak üzere toplam 11.776 kişi  çalışmaktadır.

Aynı dönemde sektörün ürettiği toplam prim üretim rakamı da; 19.826.649.625.- TL olarak gerçekleşmiştir.

Yani Türk Sigorta Sektörü’nde çalışan başına prim üretim rakamı ortalama 1.712.738.- TL olarak gerçekleşmiştir.

Aynı dönemde Hayat ve Hayat Dışı ilk 20 şirketin prim üretim rakamlarını ve toplam çalışan sayılarını yan yana ekledim ve çalışan başına toplam prim üretim rakamı sonuçlarına ulaştım.

Pek çok faktör bu ortalamaları etkileyebilir. Örnek: Dağıtım kanalı farklılığı (acente, broker, banka veya direkt dağıtım kanalları, vb.gibi), iş stratejileri, ağırlıklı çalışılan branşlar bu rakamları etkileyebilir.

Ancak, sektörde hangi şirket, ne kadar çalışan ile, ne kadarlık prim üretebiliyor sorularına yanıt bulmak açısından güzel bir tablo ortaya çıktı.

Çalışan Memnuniyeti

 

Öğrenciler Milyar Dolarlık Yatırımlarda Karar Verici Olabilirler mi?

Geçtiğimiz günlerde İngiltere’nin en büyük Aggregator’lerinden bir tanesinin yetkilileri mail yolu ile bana ulaştılar.

“Şirket olarak önümüzdeki dönemde radarlarına aldıkları üç ülkeden bir tanesinin Türkiye olduğunu ve pazara ilişkin araştırma yapmak üzere oluşturdukları bir ekibin Türkiye’de sigorta sektörü yetkilileri ile görüşmeler yapabilmesi için” benim yardımcı olup olamayacağımı sordular.

Merak edenler için öncelikle üç ülke: Türkiye, Brezilya ve Güney Afrika olarak belirlenmiş.

Ben de ilgili makamlar ile görüşmelerini sağladım.

Asıl buradan sonrası bana ilginç geldi.

Bu üç ülkede pazar araştırmaları yapmak üzere seçilen kişiler, üniversitelerin ve özellikle de Business School’ların Mba – Yüksek lisans öğrencileri idi.

Büyük uluslararası şirketlerin üniversiteler ile strateji geliştirme konusunda birlikte çalıştıklarını daha önce de görmüştüm ancak, yüksek lisans öğrencilerine şirketlerinin geleceğini emanet edecek projelerde görev vermelerini ilk defa duyuyordum.

Sıkıntı şuydu ki, ülkemizde iş çevreleri gelen ve iş tecrübeleri olmayıp, sadece üniversitelerde yüksek lisans yapan öğrencilerin, ülkeye gelecek büyük yatırım kararları alınmasında ne denli önemli- kilit rol oynayabileceklerini anlamakta zorlanıyor ve görüşme taleplerine olumlu-olumsuz geri dönüş dahi yapılmıyordu.

Belki sadece bir iki uluslararası şirket politikasıdır ancak, “uluslararası şirketler ile üniversitelerin ve de üniversite öğrencilerinin birlikte çalışmalarına, bu öğrencilerin yazacakları raporların milyarlarca dolarlık yatırımları etkileyebileceği”, gerçeğine alışmamız gerekiyor.

Ülkemizde de iş dünyası ile üniversitelerin ortak çalışmalarını bir an önce geliştirmeye çalışsak iyi olmaz mı?

Güzel Zamanda Gördük: Zagreb

Gazetelerde, Nisan 2013 den itibaren Hırvatistan’ın, Türk vatandaşlarına  vize (shengen) uygulamaya başlayacağını okuduk. Biz de uygulama başlamadan gitmeye karar verdik.

Türk Hava Yolları’nda Şubat ayında pek çok sefer için özel kampanyalar var.

Booking.com’dan otelimizin rezervasyonunu yaptık. Best Western Astoria Otel.

Uçağımız Atatürk Hava Limanı’ndan Zagreb’e bir saat kırk beş dakikada ulaştı.

Otelimiz, resimlerinde göründüğünden daha  ufak ancak, içi ve çalışanları oldukça sıcak bir oteldi. Şehir merkezine yürüyerek beş dakika uzaklıkta olması çok güzeldi. Booking.com’da rezervasyon yaparken en çok dikkat edilmesi gereken konu, daha önceki ziyaretçilerin yorumları.  Örnek: Astoria Otel ile ilgili, kahvaltısı güzel yorumu vardı, ki gerçekten de kahvaltısında çeşit boldu.

Lokal para birimleri Kuna. 1 Tl yaklaşık 3.2 Kuna. 1 EUR ise 7.53 Kuna.

Ülke yakında Avrupa Birliği üyesi olacak ancak halen Kuna dışında para kullanılması illegalmiş. Euro kullanamıyorsunuz.

Zagreb’in “Zone 1” adı verilen, birinci bölgesi ağırlıklı olarak gezilecek yerlerin  toplandığı bölge. Şehir düz. Düzlüğününde avantajı ile yürümek kolay ve bisiklet için çok güzel bir parkur. Her yerde bisiklet yolları yapılmış ki, kıskandım.

zagreb4

İlk izlenimimiz, nasıl yaptılar bilmiyorum, çok az sayıda uluslararası şirket gördük.  INA adı verilen petrol dağıtım şirketi dışında hiçbir uluslararası petrol şirketi yok.

Mc Donalds, Kentuky Fried Chicken dışında hızlı global yemek zinciri görmedik. Giyim ve konfeksiyonda ise H&M ve Marlbora Clasic dışında ya zincir mağaza yok, ya da mağazaları var ancak kapanmışlar.

Binalar pek çok Avrupa ülkesinde gördüğümüz eski taş binalar. Genellikle restore edilmiş olmakla birlikte büyük kısmı bakıma ihtiyaç duyuyor.

Osmanlı akınları şehir mimarisine izler bırakmış. Örnek; Katedrallerinin etrafına yüksek duvarlar, kuleler inşa etmişler, fakat gördüğümüz kadarı ile şehirde Osmanlı izi kalmamış.

zagreb2

Demiryolu taşımacılığı ucuz ve yaygın. Bir bisikletçi arkadaşın bloğundaki tavsiyesi ile yaklaşık bir saat ötedeki Karlovaç isimli kasabaya ziyarete gittik. Gidiş geliş 2 kişi 65 Kuna. Yani toplam 20 TL tutuyordu. Hırvatların meşhur iki bira markası var, sanıyorum Karlovaçka adlı bira adını bu kasabadan almış.  Yaz aylarında hoş olabilir ancak bu mevsim için gidilmesini pek önermiyorum.

Hayat öncelikle yavaş tempoda akıyor. Ulaşım sorunu yok, şehir içinde de etkin bir raylı sistemleri var. Tranvaylar va şehir içindeki pahalı otopark sistemi araç kalabalığı oluşmasını önlüyor.

Her köşede İngiliz tarzı Pub’lar, cafeler ve zengin çeşitleri ile unlu mamuller pişiren fırınlar var.

Şehrin meydanında “Vip Club” adlı lokalde canlı caz müzik olduğunu öğrendik. 4-5 kişilik müzik grubu latin müzikleri çalıyordu. Bizi etkileyen asıl konu ise yaklaşık 20 kişilik bir masa çevresindeki dinleyicilerin gece boyunca çiftler ve bir ara topluca yaptıkları salsa ve tango danslarının güzelliğiydi. Vip Club’te bir şişe lokal şarap 40 TL.

Türk olduğumuzu söylediğimiz Hırvatların ilk tepkisi de “Süleyman” oluyordu. Sonradan anladık ki “Muhteşem Yüzyıl” çok sevilen bir dizi. Pazartesi akşamı bir tv kanalı “Sıla” bir diğer kanal ise “Muhteşem Yüzyıl’ı” yayınlıyordu. Türkçe seslendirme ve Hırvatça alt yazı ile. Meydanda oturduğumuz açık hava kafesi’nde, garson televizyon kanallarını değiştirip yeni başlamakta olan “Sıla” dizisini açtı ki, insan kendisini Türkiye’de hissediyor.

Yemek konusunda biraz sıkıntı yaşadık desek yeridir. Çok sayıda İtalyan restaurantı var. Ancak dışarıdan güzel görünen bir tanesinde, tatdığımız pizza felaketti. Otelimizin tavsiyesi ile denediğimiz “Ciho” isimli deniz ürünleri restaurantı ise felaket ötesi, kötü idi. Balık diye getirilen akvaryum balığı büyüklüğündeki gümüş balıkları, kabukları ile pişirilmiş ancak o kadar ufaklar ki kabuğunu soyamadığımız karidesler, ıspanak ile birlikte bol yağda kızartılmıştı ki, mekandan nasıl çıktığımızı bilemedik.

Son gün meydana yakın, “Carpaccio Ristorante” (Teslina No: 14) isimli İtalyan restaurantını denememiş olsaydık, yemek konusunda Hırvatların çok şanslı olmadıklarını söyleyecektik.

Pastane kültürü de gelişkin gözükmekle birlikte ürünlere yakından bakınca çok iştah açıcı gözükmüyorlar. Bir tek “Amelia” isimli, Fransız tarzı dekore edilmiş ufak kafe, muhteşemdi. tamamen kadınların oturup, sohbet ettikleri beyaz badana, mavi çerçeveli hoş resimler ile bezenmişti ve mekan çok güzeldi.

Ülkenin insanları sıcak ve işletmecileri dürüst. Fiyatlar İstanbul ile karşılaştırıldığında inanılmaz ucuz. Örnek: İstanbul’da kahve zincirlerinde en ufak bardağı 4.5 liraya içmeye alıştığımız kahve, Zagreb’te çok güzel porselen bardaklarda servis edilip hala 2.5 Lira ya satılıyor.

Zagreb hava alanı da küçük ve az sayıda sefer yapılıyor.

Şehirde beğendiğim uygulamalardan bir tanesi de; ekonomik durgunluğun zorunluluğu ile ortaya çıktığını düşündüğüm bir çözüm olarak normal taksilerin yanında, “Eko Taxi” adı verilen yeni bir taksi hizmeti sunuluyor. Daha küçük araçlar ile daha hesaplı taşımacılık yapıyorlar. Örnek: Şehir merkezinden hava limanına 105 Kuna ödüyorsunuz. Yani 32 TL. Oysa aynı hizmeti, hava limanında yer alan taksiler neredeyse iki katı fiyata, 200 Kuna’ya veriyorlarmış.

Tarihi binalar, müzeler, hemen her Avrupa şehrinin meydanında görmeye alıştığımız katedral, özel günlerde patlatılan bir topun yer aldığı top kulesi gibi kültürel,   hem şehir merkezinde hem de nehir kıyısında oluşturulmuş geniş yeşil alanlar, aralarda ufak tefek resim galerileri, hediyelik eşya satıcıları, her köşede pubları, fırınları ile biz Zagreb’i çok sevdik, çok beğendik.

Sanıyorum AB üyesi olduktan sonra bu özgünlüğü bulmak zor olur. Fırsat bulursanız ziyaret edin diye öneririm.

Dağıtım Kanalları Mücadelesinde Taraflar Değişiyor

Takip edenler biliyordur, bloğumdaki yazılarımın  bir kısmını ingilizceye çeviriyor ve yayınlıyorum. Yazılarımı paylaştığım önemli kanallardan bir tanesi de  Linkedin ortak paylaşım platformu.

Bankaların dijital sigortacılığa adım attıklarına dair yazımın da ingilizcesini bloğuma ekledim ve Linkedin’den paylaştım.

Yazıma yine Linkedin aracılığı ile  Brezilya’dan, eski bir çalışma arkadaşımdan bir yorum geldi.

Yorumda özetle:

“Latin Amerika ve özellikle de Brezilya’da benzer gelişmeler var. Önümüzdeki yıllarda derin dönüşümler göreceğimize inanıyorum. Daha genç nesiller topluca on-line satın alımlara yöneliyorlar ve bankalar bu gelişimi yakalamak için kendi portallarını geliştiriyorlar .  Gelecekte bankalar ve brokerlar arasında bir mücadele olacaktır.

Müşteriye daha fazla odaklanılması ve dataların etkin kullanımı, sigortacılar açısından önem taşımaktadır.”

denilmektedir.

Sigortacılıkta düne kadar ağırlıklı olarak ticari müşteriler için acenteler ve bankalar arasında yaşanan dağıtım kanalı mücadelesi yerini on-line bireysel  iş yapan brokerlar/aggregatorler ile bankalar arasında mücadeleye bırakacak gibi gözüküyor.

Latin Amerika ve özellikle de Brezilya ekonomisinin, bizim ekonomimize benzerliğini düşündüğümde on-line sigortacılıkta ilginç gelişmeler olacağını söylemek zor olmayacak.

Not: Geçtiğimiz günlerde Linkedin’den aşağıdaki mesajı aldım.

My Part in LinkedIn’s 200 Million Member Milestone

linkedin.com

Hurray! I have one of the top 1% most viewed @LinkedIn profiles for 2012. “

200 milyon üyesi olan bir network içinde, 2012 yılı içerisinde profilimin  en fazla görüntülen %1’lık dilimde olması, hoşuma gitmedi değil.

 

Dijital Sigortacılıkta Ben de Varım Diyen Banka

Son dönemde, farklı dağıtım kanallarının dijital sigortacılık dünyasına peş peşe girişlerini heyecan ile takip ediyoruz.

Direkt Sigorta şirketleri, brokerlar, acenteler, sigorta panelleri derken şimdi de bir Banka, sigortacılık konusunda faaliyetlerini dijital ortama taşıdı.

Aktif Bank sigortayeri.com adında web sitesini kullanıma açtı.

Aktif Bank, bankacılık kulvarında  alternatif dağıtım kanallarını başarı ile kullanan bir banka. Fiziki şube sayısını artırmak yerine,  alternatif dağıtım kanalları çözümleri geliştirerek  başarılı uygulamalara imza atıyor.

Farklı yaklaşımlarına şimdi de  “alternatif sigortacılığı” eklediler.

Sitede;

  • Zorunlu Trafik Sigortası, Kasko Sigortası, DASK, Konut Sigortası, Ferdi Kaza Sigortası, Acil Sağlık Sigortası ve Size Özel Ürünler başlığı ile ürünler sunuluyor.
  • Müşteri Vaadi çok net

                                      -En Uygun Fiyatlar,
                                      -Her an her yerde,
                                      -7/24 Müşteri Desteği, 
                                      -Hasar Destek Hizmeti, 

  • 9 Sigorta Şirketi ile çalışıldığı gözüküyor.
  • Anladığım kadarı ile  sadece on-line web’ten satış olarak kurgulanmamış, PTT  Şubeleri ve  İş Ortaklığı Programı ile farklı lokasyonlardan da hizmet vermek amaçlanmış.
  • Tasarım aydınlık, kolay anlaşılır ve başlangıçta az bilgi ile hizmet verebilecek şekilde dizayn edilmiş.

Bunlarla birlikte;

  • Animasyon, sempatik karakter gibi “humor” içeren ve web dünyasının sevdiği tanıtım yaklaşımı kurgulanmamış. İlk bakışta dijital dünyanın “in“‘lerinden uzak duruyor.
  • Mevcut sigortacılık mevzuatı ile “iş ortaklığı” programını nasıl bir araya  getirebilecekleri bir merak konusu. Umarım bu konuda başarılı olurlar ve sigorta pastasının tabana yayılmasında ciddi katkı sağlayabilirler.
  • Sitede, “Nasıl Sigortalanırım?” başlığı ile anlatılan sigortalanma sürecinde örnek olarak verilen “Neova Sigorta”, ana sayfada sıralanan sigorta şirketleri arasında gözükmüyor.
  • Ancak, site henüz çok yeni faaliyetlerine başladığından, zaman içerisinde geliştirmeler yapılacaktır.

Sigortacılıkta da yeni bir sayfa açan Aktif Bank ve sigortayeri.com ekibine başarılar diliyorum.

Belki bu konuda objektif bakamıyor olabilirim ancak, bireysel dünyanın renkliliğini ve müşteri bakışını süreçlerine yansıtma açısından  değerlendirdiğimde www.sigortadukkanim.com mevcut diğer alternatifler arasında bana göre hala bir numara.

Bakalım Dijital alanda daha ne yenilikler çıkacak karşımıza.

Trafik Sigortalarında Serbest Tarifeye Geçiş Zamanı Geldi mi?

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir taksi sürücüsü, sigortacı olduğumu bilmeden:

-Trafik sigortası primlerinin bu sene anormal arttığını, geçtiğimiz senelerde 400-600 TL arasında yıllık prim öderken, bu sene istenen prim rakamının 2.500 TL’ne yükseldiğinden ve Ankara’da kazançlarının, bu primleri karşılayacak sevide olmadığından bahsetti.

Yine Ankara’da bir başka sohbette;

-Ankara’da Dolmuş portföyünün, araç başına ortalama hasarının 1.600 TL olduğunu; ancak, bu sene dolmuşlardan 6.000 TL’ne ulaşan trafik primleri talep edildiğinden bahsedildi.

Sigorta sektörünün risk seçimi ve doğru riske doğru fiyat uygulamakta sıkıntı çektiğinden konuşuldu. Çünkü aynı dolmuşlara geçmişte 600-800 TL arasında fiyatlamalar yapıldığı, sektörün riske bakıldığında ya çok düşük veya çok yüksek fiyatlama yaptığı, konuşuldu.

Eylül 2012 itibariyle Trafik Sigortaları Branşında sigorta sektörünün brüt yazdığı prim 2.521.322.173 TL ve teknik zararı -651.783.926  TL gerçekleşmiştir.

Hasar/Prim neredeyse %26 oranına yükselmiştir ki, şirketlerin bu zararı daha fazla tolere etmesi mümkün gözükmemektedir.

Bir tarafta  zarar eden sigorta şirketleri, öte yanda fiyatların anormal yükselmesinden rahatsız müşteriler.

Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık Genel Müdürlüğü’nün de en hassas olduğu konu müşterilerin mağduriyetinin önlenmesidir.

O takdirde yakın zamanda Trafik poliçelerinde fiyatlama politikalarında, yeni düzenlemeler geleceğini bekleyebiliriz. Bunlardan bir tanesi de, alt ve üst sınırların belirlendiği mevcut tarife sisteminden tamamen çıkılarak, serbest tarifeye geçiş olabilir mi?

Peki olursa, yeniden yoğun bir fiyat rekabeti yaşanır mı?

Alacak Sigortalarında Pazar Boşluğu (Market Gap):

Alacak sigortası: Şirketlerin yurt içi veya yurt dışı alacaklarının tamamının ve/veya bir kısmının aşağıda belirlenen risklere karşılık sigorta şirketlerince teminat altına alınması poliçesidir.

 Alacak Sigortaları ile Alıcının;

  • İflas etmesi,
  • Tüzel kişi olması halinde, borçlarını ödeyememesi nedeniyle hakkında tasfiye kararı alınması,
  • Borçlarının ödenmesi ile ilgili olarak bir mahkeme veya yetkili bir resmi merci tarafından tüm alacaklıları bağlayan kısıtlayıcı bir karar alınması,
  • Borç ödemede acze düşmesinin belgelenmesi veya bu durumun sigortacı tarafından kabul edilecek başka bir şekilde kanıtlanması suretiyle yapılan icra takibinin sonuçsuz kalması,
  • Borçları ile ilgili konkordato ilan etmesi ve hukuki olarak yukarıda belirtilen durumlara eşdeğer görülen diğer haller sonucu satıcı konumundaki sigortalının Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaptığı satışların bedelini kısmen veya tamamen alamaması nedeniyle uğrayacağı maddi zararlar,
  • Ayrıca sözleşme olması şartı ile; yukarıda sayılan hallerin dışında alıcının sözleşmede kararlaştırılan şartlarla mal veya hizmet bedelini ödememesi (temerrüt) hali ,

Teminat altına alınmaktadır.

Normal ekonomik koşullarda kredi sigortası şirketlerince şirketlere dönük tesis edilen kredi sigortası limitlerinin; ekonomik dalgalanmalarda alacaklılara ait ekonomik verilerde bir kötüleşme olmaksızın tamamen sigorta şirketinin ticari kaygıları ile, bu sistemik riske karşı önlem olarak, firma limitlerinin kısılmasına ise Pazar Boşluğu (Market Gap) adı verilmektedir.

Bazı Avrupa ülkelerinde,  Pazar Boşluğunun ortaya çıkması durumunda, içerisinde kamunun da hissedar olarak bulunduğu sigorta şirketleri, firmaların kriz öncesi limiti ile kriz sonrası limit arasındaki farkı sigortalamakta ve ekonomik krizin daraltıcı etkisinden şirketlerin kurtarılmasını sağlamaktadırlar.

 Örnek: X Kredi Sigortası firması tarafından toplam alacakların %30’una kadar limit tesis edilen bir firmanın kriz döneminde limitinin, %10 a çekilmesi durumunda, aradaki %20’lik kısım Pazar boşluğu oluşturmaktadır. Bu kısım Kamu tarafından kurulacak Alacak Sigortası şirketi tarafından kapatılabilir.

 Türkiye de de Alacak Sigortalarının  yaygınlaştırılmasının zamanı gelmedi mi?