Karsızlığa Çare Aranıyor

6. ay sonu, Hayat Dışı Sigorta Sektör’ü finansal sonuçlarına baktığımızda; yazılan primlerde Gelişmiş Ekonomileri kıskandıracak oranlarda büyüme devam etmekle birlikte; özellikle motor (Kasko-Trafik) branşı olmak üzere teknik zararların, şirketler için taşınamaz boyutlara ulaştığını görüyoruz.

Geçmiş yıllarda bu branşlardan kar eden ve sektör oyuncuları tarafından rol-model kabul edilen  şirketler bile özellikle trafik branşında zarar açıklamışlar. 

Yöneticilerin açıklamalarına baktığımızda; zararın dağıtım kanalları kaynaklı olduğunu ve pek çok şirketin Banka dağıtım kanalı arayışlarına devam ettiğini anlıyoruz.

Pazara baktığımızda ise; boşta kalmış banka dağıtım kanalı ya yok, ya da küçük ve orta ölçekliler kalmış. Ki oralarda bile birden fazla şirketin dağıtım kanalını kullanabilmek için yarıştıklarını duyuyoruz.

 Peki, banka dağıtım kanalı olmayan veya potansiyeli sigorta şirketinin gereksinimlerine yetmeyen banka dağıtım kanallarına sahip şirketler için “karsızlık sorununa çare nasıl bulunacak?”

 …

Benim görüşüm, pek çok şirket çoktan hazırlıklara başladılar. İnternet üzerinden “Direkt” satışlara başlamak üzere çalışıyorlar. Yakın zamanda Direkt kanallar hayatımıza girecek. Çünkü, mevcut durumda sigorta şirketleri için başka çare gözükmüyor.

Sayıları 16.000 lere ulaşan acenteler, bu gelişmeler karşısında ne yapmalılar?

Değişime ayak uydurmalı, daha büyük sermayeler ile daha yoğun teknoloji kullanımına geçmeliler. Sigorta şirketleri ile “komisyon” kavgası ile zaman geçirmeksizin, kendi içlerinde konsolidasyonlara başlamalı, güçlerini (sermaye ve know-how) birleştirmeli, hedef segment olarak ta halen yeterince doygunluğa ulaşmamış “Bireysel” müşterilere yönlenmeliler. Bunun içinde emek yoğun yapılarından, teknoloji yoğun yapıya dönmeyi hedeflemeliler.

Sigorta şirketlerinin durumları içinden çıkılmaz bir hal alırken, acentelerin hala eski söylemler ile geleceğe bakışta ısrar etmeleri  sadece ve sadece zaman kaybettirir.

Artık, sigorta şirketi yöneticilerinin hareket alanı kalmadı. Bugün olmasa yarın radikal çözümlerle yeni bir sigorta sektörü içinde bulacağız kendimizi.

“IWC Pilot Top Gun” Saat Almayın. Kırılıyor

Saatleri severim.   İmkanım varsa ve beğendiğim saat olursa alırım.

11.09.2009 tarihinde de, o tarihe kadar bir saat için ödediğim en yüksek tutarı ödeyerek IWC  Pilot Top Gun saat satın aldım. Çok severek te kullandım.

Bir gün, kola takılan her saatin başına gelebileceğini düşündüğüm gibi; kolum ve saatim yanlışlıkla sert bir yere çarptı.  Ve aradan birkaç gün geçti, iş yerinde bir toplantı ortasında ve durduk yerde kolumdaki saat yerinden fırladı ve düştü.

Baktım ki seramikten yapıldığını, sonradan öğrendiğim, dış kaplaması kırılmış.

Kol saati kullanıp ta yanlışlıkla bir yere çarpmadım diyeniniz var mı?

Saat ufak bir çarpma ile kırılır mı? Öyle olsa kimsenin kolunda saat kalmaz.

Kırıldı.

          

 

 

 

 

Bu kadar değerli bir saatin sadece “marka” satmayacağını, aynı zamanda “dayanıklılık ve satış sonrası servis” te sağlayacağını düşündüğüm için çok önemsemedim. Çünkü saat arızasını-sorununu ilk defa yaşamıyordum; ama hiç aşağıdaki gibi bir süreç yaşamadım.

Seramik çerçevesi kırılan saatimi, Nişantaşı’nda IWC servisine götürdüm.

Anladığım kadarı ile sadece benim IWC Pilot Top Gun kol saatim kırılmamış, doldurdukları formlara ve sorularıma verilen yanıtlara bakılınca kırılan aynı marka model saatlerin sayılarının oldukça çok olduğunu anladım. Örneğin; benim saatim kırıldı diyerek servise gittiğim gün, bir başka saat daha kırılmış ve servise gitmiş.

Bu denli çok para ödeyerek aldığım saatimin, bu kadar çabuk kırılgan olduğunu bana satarken söyleyemezler miydi?

Söylemediler.

Saatimi verdim. İsviçreye gönderdiler. Sonra, beni aradılar ve kırılan seramik çerçevemin tamiri için daha önce saat için ödediğim bedelin neredeyse yarısını talep ettiler.

Saatimi çok sevdiğim için ödemesine ödeyeyim ve saatimi kurtarayım ama; yeni seramik çerçevenin bir yere çarpıp kırılmayacağını nasıl bileceğim.

Tam tersine, sonucu zaten biliyorum. Çarpınca kırılıyor.

Her seferinde saat bedelinin yarısı kadar da yeniden tamirat bedeli ödemek gerekiyor. Değişik bir satış stratejisi. Saati sat, kırıldıkça para kazanmaya devam et.

Tamiri istemedim.

Bugün saatimi; “Tamir Edilmeden teslim aldım” notunun altını imzalayarak geri aldım.

IWC yetkilisi; “Size yeni bir saat verme zamanımız gelmiş” dedi.

Ben de; “Evet ama, o saatim, IWC olmayacak.” dedim.

Bir müşteri olarak benim deneyimim: kırılıyor.

 

Gidecek Çok Yol Var

Bloğumda en çok okunan yazının kahramanı Ali, birkaç gündür İstanbul’da. Birlikte yeni bir projenin fizibilitelerine çalışıyoruz.

Dün akşam bir ara internetten bir haber aktardı. “Iphone 5’in yakında piyasaya sürüleceği haberinin ardından, son 40 dakika içinde Apple hisselerinde, 10 milyar USD’lik değer artışı olmuş” dedi. Bu değer artışı ile Apple’ın toplam değeri 670 milyar USD’ne ulaşmış.

Yanlış okumadınız 40 dakikada 10 milyar USD değer artışı ve neredeyse Türkiye GSMH’na yakın (2011 Türkiye 772 mia USD)  bir şirket değeri.

Birden 2000 yılında ABD’de katıldığım bir seminerde, katılımcıların çalıştıkları şirketlerin cirolarını söylerlerken yaşadığım şaşkınlık geldi aklıma. 100 e yakın katılımcı cirolarını hep “milyar USD” şeklinde telafuz ettikten sonra, sıra bana gelmişti ve biraz utana sıkıla şirketimiz cirosunu söyleyebilmiştim.

Çünkü; yoğun çalışmalarımıza karşılık, o zaman için %3 Pazar payı olan şirketimizin cirosu 150-200 milyon USD idi.

Aynı sevimsiz durumu, daha sonra çalıştığım uluslararası şirketin bölgesel toplantılarında da çok yaşadım.

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen katılımcıların, ülkelerindeki ciro rakamları hep milyar USD’lerde iken; biz kendimize göre başarılı bulduğumuz performansımızı dile getirmeye çekiniyorduk. Çünkü rakamlar oralardaki bir Bölge’nin rakamlarına bile ulaşmıyordu.

Her ne kadar, günlük hayatımızda çok önemli konularla uğraşıyoruz ve şirketlerimize ciddi paralar kazandırıyoruz diye düşünsek te; ülke ekonomisi ve lokal şirketler olarak henüz rakamlarımız çok küçük.

Bardağın boş tarafı böyle, dolu tarafı ise daha gidecek çok yol, yapacak çok iş olması. Yeter ki o ufuklarla çalışalım, ezberleri bozalım ve farklılık arayalım.

Apple 40 dakikada 10 milyar USD’lik değer artışına  nasıl ulaşıyor?

Farklılık ve yaratıcılıkla.

Mutluluk

Bazen uzun zaman aynı kurumda çalışabilen insanlara gıpta ile bakıyorum.

Seçtiğim sektörden mi, yoksa kişiliğimden mi bilmiyorum; benim yeni başlangıçlarım ve doğal olarak ta bitirişlerim sıkça oluyor.

Bunlardan bir tanesi daha sonlandı.

www.sigortadukkanim.com satıldı.

Heyecanlı bir başlangıç, çok güzel anılar ve güzel bir çıkış.

Başlangıçlar, bitişler derken hayat ta hızla geçiyor. Galiba hayatı güzel veya heyecanlı kılanlar da bu başlangıç ve bitişler. Elbette; süreçte oluşan ritüeller ve alışkanlıklar.

Bu açıdan bakınca da insan hayattan ne bekliyor? Neyi arıyor? Soruları takılıyor aklıma.

Sizce ne arar?

Bence doğru cevap: Mutluluk.

Çevrenize şöyle bir bakın ne kadar yaşlı olursa olsun insanlar çocukça şeyler yapmaktan mutlu oluyorlar.

İnsanların yaşam enerjilerine bakın hep kendilerince ve kendilerini mutlu edecek şeylere yöneliyorlar.

Bu yazıyı yazarken TV de milli maç var. 40-50.000 kişi o stadta ve milyonlar tv karşısında ne arıyorlar ki?

Aradığınız mutluluğu hep bulmanız dileği ile.

The Most Protected Will Be The Customers

I noticed a news story in a newspaper dated August 15, 2012.

One of the new regulations (it is a draft now) regarding consumer protection that will become effective in 2013 is that “the banks will not force customers to make insurance a requirement for car and housing loans”.

 …

When issuing a car or a housing loan, banks that act as agency to one or more insurance companies ask or require their customers for:

  • a motor own damage policy for car loans,
  • a TCIP and fire insurance policy for housing loans,
  • and a personal accident or life insurance policy for the credit customer,

with the condition that the bank itself is the beneficiary.

Although when you look from the outside, it looks as if the banks force customers for insurance with the main objective of obtaining fee income, the underlying purpose is to protect the loan and the customer. The worldwide practice is also the same.

From my own experience, I have seen many customers and/or their heirs benefiting from these insurance policies.

I would like to extend this topic a little further.

Home Insurance (TCIP and Fire) Policies: It is well-known fact that our country, especially the Marmara Region is a high-risk earthquake region. It is also a fact that the mid-class citizens mainly finance their home acquisitions through bank loans.

Banks take a mortgage on these properties as collateral.

Although I hope it will never take place, in the case of a large scale earthquake, the damages to these properties will first and foremost cause damage to the credit customer.

He or she may no longer be able to reside in the house. It will be extremely difficult to cope with such losses. In fact, if he or she had sufficient financial means, the usage of a housing loan would not be necessary in the first place.

Because of the damage to the property, the bank will also lose its main collateral, and will have to look for other assets of the customers for the repayment; the customer who is already distressed due to the damage will risk losing other existing financial or physical assets.

Therefore, both TCIP (up to a certain limit) and home (fire) policies should accompany housing loans.

Telling banks not to require a customer for insurance will, in the end, cause the customer’s loan to become unsecures, which will sooner or later harm the economy as well.

Motor Own Damage Policies: Like home policies, the bank utilizes a loan for the customer up to a certain percentage of his or her vehicle’s value.

In the absence of an insurance policy, the client, who needed a loan to buy the vehicle, will be the one who sustains the highest amount of damage in the case of an accident.

In case he or she fails to make the repayments of the loan while forcing his or her financial means to get the vehicle repaid, the loan will be subject to default procedures by the bank.

Especially if there is an injury or death involved with the accident, not only the customer but even the heirs will be negatively affected.

 …

Personal Accident or Life Policies: Who will benefit the most from the customer buying a life policy in all personal loans? (housing, car or general purpose)

Naturally, the customer and his or her heirs.

I have seen many examples where the heirs of a customer who was dead or injured, benefit from the claim payments of insurance policies in situations where they would otherwise not be able to pay by their own means.

It could be argued that these policies could be sold by other distribution channels other than banks.

Surely, this is possible.

However, at that stage the banks start to have difficulties in tracking these policies:

  • Is it renewed?
  • Is the coverage frozen because the premiums are not paid?
  •  Is the policy cancelled?

If these problems can somehow be solved, there is no problem. However, if these policies are to be sold in any case, why not by banks?

In my opinion, banks are currently the healthiest and most efficient retail insurance distribution channel.

The above concerns should be taken into account when attempting to change the best performing system that not only protects the interests of the customer but also protects those of the heirs of the customer, the collaterals of the banks and the national assets of the country.

 

En Çok Müşteriyi Korur

15.08.2012 tarihli bazı gazetelerde bir haber dikkatimi çekti.

2013 yılında yürürlüğe girmek üzere Tüketiciyi korumaya dönük düzenlemelerin bir tanesi de: “Konut ve araba kredilerinde bankaların sigortayı zorunlu kılmamalarıymış.”

Araç ve konut kredisi tesis edilirken, genellikle bir veya birden fazla sigorta şirketinin acenteliğini yapan bankalar tarafından, müşterilerden “Daini Mürtein ilgili Banka” olmak üzere;

  • Araca ait kasko,
  • Krediyi kullanan kişi için ferdi kaza veya hayat poliçesi
  • Konut için de DASK ve yangın poliçesi

düzenleniyor veya müşteriden talep ediliyor.

Dışarıdan bakınca sanki Bankalar zorla sigorta yaptırıyormuş ve asıl amaçları bu satışlardan komisyon geliri elde etmekmiş, gibi gözükse de, asıl amaç kredileri ve müşterileri korumaktır. Dünya uygulamaları da benzer şekildedir.

Tecrübelerim,  bu poliçelerden sigortalanan müşterinin ve/veya kanuni mirasçılarının öncelikle faydalandığını çok gördüm.

 Konuyu biraz açmak isterim.

Konut sigortaları (DASK ve Yangın): Ülkemiz ve özellikle Marmara Bölgesi’nin deprem bölgesinde yer aldığı herkesin malumu. Özellikle orta gelirli insanların konut edinimlerinde yoğunlukla, konut kredisi kullandıkları da malum.

Bu kredilere, ilgili konutun ipoteği teminat olarak alınıyor.

Umarım hiç gerçekleşmez ancak, büyük bir deprem olur ise bu konutların hasar görmesinden öncelikle, konut kredisini kullanan müşteriler mağdur olacaktır.

Oluşacak hasar ile konutunda oturamaz hale gelebilir. Müşterinin bu hasar ile başa çıkması zor olacaktır. Zaten maddi gücü yeterli olsa, konutunu kredi ile kullanmamış olurdu.

Bankalar bu konutları teminat olarak ipotek ettiklerinden, teminat kalmayacak veya değersiz hale gelecek ve kredinin ödenmesi için zarar gören bir konuta sahip müşteriye dönülecek, hasardan dolayı maddi açıdan sıkışacak müşterinin diğer menkul ve gayrımenkulleri için yeni teminat talep edilecek ve/veya takip yapılacaktır.

Hem DASK (belirli bir limite kadar) hem de konut (yangın) poliçeleri konut kredilerinde mutlaka olmalıdır.

Bankalara tüketiciyi sigortalatmak için zorlamayın demek, müşterinin krediye konu varlığının teminatsız kalması demektir ki, bu işten sonunda ekonomi de zarar görecektir.

Kasko sigortaları: Konuta benzer şekilde banka, müşterisine araç değerinin belirli bir oranında araç kredisi tesis etmektedir.

Sigortası yaptırılmaz veya yaşayan bir poliçesi olmaz  ise; aracın kaza sonucu hasara uğramasından en çok, aracı almak için bile krediye ihtiyaç duymuş, müşteri mağdur olacaktır.

Aracını onarmak için kendisini zorlarken, kredisinin taksitlerini geri ödeyemezse, kredi takibe düşecek ve Banka zorlanacaktır.

Hele araç içinde can kaybı ve yaralanma varsa bu müşterilerin sadece kendileri değil yasal mirasçıları da etkilenecektir.

 …

Ferdi Kaza veya Hayat poliçesi:  Bireysel Kredilerde (tüketici, konut, araç kredisi) krediyi alan müşterinin can sigortasının yapılması en çok kime yarar?

Elbette ki müşteriye ve kanuni mirasçılarına.

Müşterinin can kaybı veya yaralanması durumunda yasal mirasçılarının söz konusu sigortaların hasar ödemelerinden faydalanıp, kendi varlıkları ile ödeyemeyecekleri yüklerin altından kalkabildikleri çok örnek gördüm.

Denilebilir ki, Bankalar yapmasın, diğer dağıtım kanalları yapsın.

Elbette yapsınlar.

Ancak; bu kez de bankalar için takip sorunları başlıyor.

  • Yenilemesi yapıldı mı?
  • Acaba tahsilattan dolayı ilgili sigorta şirketi ve acente teminatı dondurdu mu?
  • Poliçeyi iptale aldı mı?

Eğer bu sıkıntıları giderebilecek bir süreç gelişirse sorun yok. Ancak, eğer her halukarda poliçe yapılacaksa niye bankalar yapmasın?

Benim görüşüm şu anda sektörün en sağlıklı ve sistematik bireysel sigortacılık dağıtım kanalı  bugün için Bankalar.

Sadece müşterinin haklarını korumakla kalmayıp, kanuni mirasçılarını, bankaların teminatlarını, ülkenin milli değerlerini koruyan ve şu an için, en sağlıklı işleyen sistemi değiştirirken yukarıdaki unsurlar da gözetilmeli.

Tatile Gideceklere Bir Öneri

AGF Garanti Sigorta A.Ş. yöneticilerinden bir tanesinin İstanbul’u bırakarak, yakınlarına yerleşmesi ile kulaktan kulağa ismini duyduğumda yıl 1999 idi.

Datça’nın Mesudiye Köyünde, Akdeniz ile Ege Denizi’nin birleştiği Cennet gibi bir burunda, Ovabükü’nde yer alan Altınkum Pansiyon.

Bu sene ile birlikte 8 defa yaz tatilimi aynı yerde geçirdim. 5 yıl kadar ara vermiştim, bu sene tekrar gittim. Hep kalabalıklaştığını duyuyordum, biraz korkuyordum ancak; beklediğimden de iyi buldum.

Öncelikle uyarayım;

  • Hiçbir lüks yok.
  • Odaları kireç, banyo, klima, bir dolap ve beyaz çarşaflardan oluşan basit odalar. Bu sene televizyon da eklenmiş.
  • Ulaşımı halen güç. Datça’ ya varmak yetmiyor, Mesudiye Köyüne gitmeniz gerekiyor. Dar ve yamaç yollarda 20 dakika kadar virajları dönüyorsunuz.
  • Eğlence ve gece hayatı değil; deniz, güneş ve sakinlik arayanlar için bir tatil mekanı.

O zaman neden öneriyorum?

  • Denizi mükemmel, berrak, çok temiz genellikle az dalgalı.
  • Denize 20 adımda varıyorsunuz.
  • Hafta içi sahilde çok az insan oluyor. SİT alanı ilan edildiğinden kıyıda yapılaşma az ve yenisine izin verilmiyormuş.
  • Aynı denize girmekten sıkılacaklar için, araba ile 15 dakika da Palamutbükü, 5 dakika ötede Kızıl Bük alternatifleri var. Eskiden Hayıt Bükü de bir alternatifti ama, oranın yerlileri artık yanaşan yatlardan dolayı denize girilmesini önermiyorlar.
  • Kültür de görmek isterim diyenlere, yeryüzünde Cennetin kopyası dedikleri Knidos harabelerini ziyaret etmelerini öneririm. Buradan solunuzda Akdeniz’i, sağınızda Ege Denizini görmek mümkün. (Deniz yolu ile daha iyi olur. Kara yolu ile bir bölüm yol tek araç geçecek genişlikte ve yamaçlarda)

  • Pansiyonu Kasapoğlu ailesi işletiyor. Ama asıl sorumlu ailenin 3 oğlundan bir tanesi Mustafa. Turizm Yüksek Okulu Aşçılık bölümünden mezun. Biraz buradaki eğitiminden, biraz kullandığı malzemeden yemekler müthiş.
  • Ekşi Sözlük’te kendisi ile ilgili “Akya şişi bir de Mustafa pişirsin de görün.” yazıyormuş. Çok hoşuna gitmiş. Ben buna bir de Orfoz buğulamayı eklemek isterim.
  • Aşağı yukarı yediğiniz her şeyi kendileri üretiyor. Balığı kendileri tutuyor ve pişiriyorlar. Balı, ekmeği, zeytinyağını, Perşembe günleri pideyi, her türlü sebzeyi (hemen yakınlardaki seralarda) kendileri yetiştiriyorlar.
  • Pansiyon yeşillikler içerisinde, yılın her anı meyve veren farklı ağaçlar arasında yer alıyor. Ön tarafta yemek yenen masalar, üzerinde kocaman salkımlar olan üzüm asmasının altında.
  • Müşterileri genellikle her yıl tekrar gelen müşteriler.

1 hafta çoluk çocuk gittik. Dinlendik, yolun uzun ve yorucu olmasını saymazsak “tatil gibi tatil” geçirdik. Üstelik bu denli leziz, doğal yemeklere rağmen ödediğimiz ücret de makul ölçüdeydi. Gelirken balımızı, taze bademimizi de aldık.

Öneririm.

Touch The Customer

Maybe one of the most important gains of working at a broker company after many years of experience in insurance companies, I can say, is “having the opportunity to have a closer look at the Turkish insurance customer, which could not be seen from the window of the insurance company”.

We used to think, when working for insurance companies, that customers did not know insurance principles, and that they did not read their policies or that they only read when they had a claim.

However, the insurance customer in Turkey is quite deliberate; they read the policies and the clauses, and they compare products. They ask questions.

For example, despite there are approximately 4 million motor own damage (kasko) policies, that the word “kasko” was searched 6 million times a year in Google shows us something.

We also observed this when we worked at a distribution channel: “Insurance companies look at their customers, but they don’t see them.” They make assumptions about what the customer wants. They don’t learn what they really want, and they don’t show any effort to find out. They don’t exchange opinions with the customers.

Why could this be?

  • Perhaps, as an industry as a whole, the customer segments that we had direct contact was limited because of the fact that we were working mainly with corporate and commercial segment customers.
  • Maybe, it was difficult to get to know the customers because we were trying to manage the retail business through distribution channels.

Whatever the reason, when we look at the result, the reality that the insurance companies do not touch and feel the customer does not change.

What could be done?

  • In my opinion, companies could enter the processes with the perspective of the customer and find out and improve those processes where the customer becomes unhappy, leaves the company, etc.
  • More channels for mutual communication could be formed which listens to what the customer says.
  • IT and organization can be re-formed with a customer oriented focus.
Otherwise, companies will continue to pay millions for distribution channels that improved these areas (e.g. bank channels).

Those who have higher value added will continue to make profits. And insurance companies will continue to make losses…

Müşteriye Dokunmak

Uzun yıllar sigorta şirketlerinde görev yaptıktan sonra, bir broker şirkette çalışmanın  belki de en önemli kazanımı; “sigorta şirketi penceresinden görülemeyen Türkiye sigorta müşterisini, daha yakından görmek oldu” diyebilirim.

Sigorta şirketinde iken müşterilerin sigortacılığı bilmediklerini, poliçeleri okumadıklarını,  ancak bir hasar olursa okuduklarını düşünürdük. Oysa; Türkiye de sigorta müşterisi gayet bilinçli, poliçeler ve teminatlarını karşılaştırıyorlar ve okuyorlar. Sorular soruyorlar.

Örneğin: Yaklaşık 4 mio adet kasko poliçesi varken, Google da kasko kelimesinin bir yıl içinde 6 mio defa aranıyor olması bile, bize bir şeyler söylüyor.

Dağıtım kanalında görev alınca şunları da gözlemledik;

Sigorta şirketleri müşterilerine bakıyorlar ama görmüyorlar. Müşterinin ne istediğini kendileri varsayıyorlar. Gerçekten ne istediğini öğrenmiyor, bunun için çaba sarfetmiyorlar. Müşterileri ile görüş alış verişi yapmıyor.

 …

Neden olabilir?

  • Belki, sektör olarak daha çok ticari ve kurumsal müşterilerle çalışıyor olmaktan dolayı, doğrudan irtibatta olduğumuz müşteri segmenti sınırlıydı.
  • Belki, bireysel işleri daha çok, dağıtım kanallarımız aracılığı ile yönetmeye çalıştığımızdan, müşteriyi tanımak zordu.

Nedeni ne olursa olsun, sonuca baktığımızda, sigorta şirketlerinin müşterilerine dokunamadığı, hissetmediği gerçeği değişmiyor.

Neler mi yapılabilir?

  • Bence, süreçlere müşteri gözüyle girilip; Müşteri nerede mutsuz? Nerede şirketi terk ediyor? bulunup o süreçler geliştirilebilir?
  • Daha fazla iletişim (karşılıklı) yapılabilecek kanallar oluşturulup, “Ne diyorlar” diye dinlenebilir.
  • Bilgi işlem alt yapıları ve organizasyon “müşteriyi merkezli” kurgulanıp,  yeniden şekillendirilebilir.

Yoksa, bu konuda süreçlerini daha önce geliştirmiş dağıtım kanalları için (ör:Banka Dağıtım Kanalları) milyonlarca TL/USD  ödemeye devam edilir.

Katma değeri daha fazla olan daha fazla para kazanmaya devam eder. Sigorta şirketleri de zarar etmeye…

Ah Be Babam

1924 de Ürgüp’e göç eden muacirlerden “Kara Kani” ile o dönem Cemil Köyü’nün en güzel kızı “Fatma hanımın” evlenmesi ile kurulan, 8 çocuklu bir ailede 2. çocuk olarak, 1942 yılında Dünya’ya gelmiş.

Kocaman bir avlu içinde 8 odalı ve çoğunluğu kaya içine oyulu bir evde büyümüş.

Anlattığına göre, annesi bir tencere yemek pişirip sofraya koyarmış, kim ne kadar yiyebilirse…

Muacirler içerisinde o dönem az sayıda okuyan gençden birisi olmuş. Bir arkadaşının tavsiyesi ile Astsubay Okulunu kazanmış.

Mezuniyetinde Döneminin 1. olmuş. (61/1)

Muhabere Kripto teknisyeni olarak yaklaşık 33 yıl Devlete hizmet etmiş.

Yine o dönemde ender rastlanan bir evlilik yaparak “ilk muacir ve yerli evliliklerinden” birisine imza atmış. 49 senelik mutlu bir evlilik yapmış.

Mudanya, Erzurum, Amasya, Ankara, Malatya ve Kars’ ta görev yapmış. Bu sırada Bursa, Erzurum ve Ankara da birer çocuk sahibi olmuş.

Hepsini okutmuş.

Pazarlık etmeyi, söz verince yapılması gerektiğini, sofraya ailece oturulması gerektiğini, insanları sevmeyi, saygıyı, okumanın erdemini, üzüm yetiştirmeyi, sınırlı bütçesi ile evine bakmayı, hayatı geldiği gibi karşılamayı, dar açıdan bakmamayı, her sabah erken kalkıp yürüyüş yapmayı, vb. gibi pek çok şeyi ama en önemlisi;

“Adam gibi adam olmayı” ondan öğrendim.

Erken gitti. Haksızlık oldu…